Site icon MediaCat

Yaratıcılığın İzinde: Zeynep Tosun

Geleneksel motifler, elişleri, Anadolu hikâyeleri… Hepsini modern çizgilerle birleştiren Zeynep Tosun, yaratım sürecinin merkezine etkileşimi koyuyor. Tosun için ofise kapanıp, saatlerle boğuşarak çıkardığı koleksiyonlar geride kalmış, artık doğru insanlarla bir araya gelip yaratmak var.

“Araştırma geliştirme sürecini hayatıma yaydım. Türkiye’nin çok güzel yerleri ve hepsinin ayrı özellikleri var. Ancak maalesef Türkiye’de hiçbir alanda iyi bir arşivleme sistemi yok. Doğru bilgiye ulaşmak için Anadolu’daki evlere girmeniz ve hikâyelerini dinlemeniz lazım” diyor Zeynep Tosun.

Bugün bulunduğunuz noktayı düşlemenize neden olan en büyük çocukluk anınız ne?

Anneannem döneminin iyi terzilerinden biri, annem tasarımcı, teyzem aktris, babam mimar. Ben zaten kalem kâğıda doğmuşum. O dönemlerde hep, büyüyünce modacı olacağım, annem gibi olacağım diyordum. Küçükken kıyafetlerimi yapıyordum, annemin işyerinde dikiş yapanlardan bir şeyler rica ediyordum. 10 yaşlarındaydım. Bir gün doğumgünümde babam, yakın arkadaşlarımla beni yemeğe götürdü. Herkes ileride ne olmak istediğini söylüyordu. Bense o zaman insanların bu kadar net gördüğünün farkında değildim. Bütün arkadaşlarım o gün “Zeynep modacı olacak” dedi.

Sizin için malzemenin ve motiflerin nasıl bir dili var? Tercihleriniz yıllar içinde hikâyeciliğinizi nasıl değiştirdi?

Üstünde yaşanmışlık, emek ve değer olan kumaşları seviyorum. Biz kumaşlarımızı kendimiz yarattık. Mesela bildiğimiz tül ama onu tel kırmayla işliyoruz ve içini iplikle dolduruyoruz. Bir ressam arkadaşımla çalışıyoruz, bir desen oluşturup onun üstünü dolduruyoruz. Brode kullanıyoruz ama brodeyle ne anlatmak istediğimizi düşünüp kendimiz çiziyoruz.

Çok iyi bir ressam olmanız için çok iyi çizim yapmanız gerekir, ancak işin kurallarını öyle yamultabilirsiniz.

Ben bir mal alırken detaya önem veriyorum. Artık lokal tasarımcılara ulaşabileceğim yerlerden ya da bir yerin pazarındaki kadınlardan alışveriş yapıyorum. Hal böyle olunca kendi alışveriş tercihlerimi işime de yansıtmak istedim, bu da bir değişim getirdi. O yüzden bende couture ile hazır giyim arasında fark bulurlar. Hazır giyimde hep kendi istediğimi yaparım, couture’de ise pazarın isteklerini dinlerim. O yüzden kendimi bulma aşamam çok uzun zaman aldı. Çok iyi bir ressam olmanız için çok iyi çizim yapmanız gerekir, ancak işin kurallarını öyle yamultabilirsiniz. Ben de böyle bir zaman geçirdim. İşim kendimle beraber çok değişti. Koleksiyonlarımda kişisel gelişimimi de görebilirsiniz. O da benimle beraber olgunlaştı, düştü, kalktı.

Geleneksel dokular ve hikâyelerle olan bağınızı kuvvetlendirmek için yaratım sürecinde ne gibi keşifleriniz oluyor? Anadolu’ya daha fazla karışmak, onu anlamak gibi…

Bir tasarım işindeyseniz, o yaratım süreci bütün hayatınıza dağılmış demektir. Bugüne kadar büyük şehirlere çok gittik; Paris, Londra… Artık sevmiyorum çünkü bana yön veren ve yeni keşifler yapmamı sağlayan şey yeni kültürlerle ve insanlarla tanışmak. Artık gittiğim yerleri de bu şekilde seçiyorum. Anadolu’da gezmeyi çok seviyorum.

Araştırma geliştirme sürecini hayatıma yaydım. Türkiye’nin çok güzel yerleri ve hepsinin ayrı özellikleri var. Ancak maalesef Türkiye’de hiçbir alanda iyi bir arşivleme sistemi yok. Doğru bilgiye ulaşmak için oradaki insanların evlerine girmeniz ve hikâyelerini dinlemeniz lazım.

Tekrar canlandırmak için adım attığınız el sanatları da oluyor.

Bizim bu konudaki en büyük örneğimiz tel kırma. Eskiden bunları daha çok yurtdışındaki vintage parçalarda buluyordum. Özellikle İran’dan gelen eski ipek tüle yapılan ağır gümüş tel ya da altın kaplama gümüş teller oluyordu. Türkiye’de uzun süre tel kırma yapan birini bulamadım. Tel kırma, Türk el sanatlarının en ağırlarından bir tanesi. O yüzden bitmeye yüz tutmuştu. Ne yapan ne de para veren vardı. Ancak sonra çok güzel bir tesadüfle Bartın’da buldum. Biz çalışıp tüm koleksiyonlarımızda kullanmaya başlayınca da güzel bir etkileşim oldu.

Şimdi bizim kadınlar da tel kırma kullanmaya başladılar, yatak örtüsüne de lambaya da ayakkabıya da yapıyorlar. Bartınlı tasarımcılar çıktı, onlar kullanıyorlar. Öğretiyorlar, İzmir’de de satılıyor, son 8-10 senede yükselen bir değer oldu.

Bazı yeni nesil tasarımcılar, trend raporlarına bağlı ve eleştirel bakış açısından uzak olmakla eleştiriliyor. Halbuki pek çok tasarımcının üzerinde birleştiği bir şey var; o da tüketicinin provokatif tasarımlara açık olduğu. Bu ikilemi nasıl yorumluyorsunuz?

Zaman her zamankinden hızlı akıyor, buna bazen ben de kapılıyorum. Böyle olunca insan her şeyin en kısa yolunu tercih etmeye meyilli oluyor. Hele de 20’lerinizdeyseniz… Ben gençlerle çok vakit geçiriyorum. Bir kesim sosyal medyayı tamamen reddediyor diğeri de sosyal medyada poz vermek için yaşıyor. Bu iki uç hep var. Dolayısıyla bu iki uç yeni nesil tasarımcılarda da olacak.

Özgünlük; aile ve eğitim sisteminin önemli bir parçası olmalı.

Benim mesleğimde onlarca kural var ama bu kuralların güncellenmeye de ihtiyacı var. Bahsettiğimiz bu iki uç ya daha provokatif şeyler yapmaya kayıyor ya da kısa yoldan bir şey olmaya bakıyor. Trend raporlarını takip etmek tabii ki çok kolay ama bir sürü insanla aynı şeyi yaratma riskini yükseltiyor. Özgünlük; aile ve eğitim sisteminin önemli bir parçası olmalı. Ancak bu eğitimle, teknolojiyi doğru kullanıp bir yere gelebilir insanlar.

İzole olamamak bir üretim sancısına dönüşebilir mi? Bugün sosyal medyayla da desteklenen bir karmaşa var, eskisi gibi basit ve uzaklaşması kolay bir dünya düzeni yok. Siz ne taraftasınız?

Bu, kesinlikle bir ihtiyaç. Ben yeşile ve denize kaçıyorum. Eskiden, ben bu dünyada tek başıma hiçbir şey yapamam, hep arkadaşlarım olsun, derdim. Yalnız kalınca insan kendisiyle de arkadaş oluyor. Küçük bir defterim var. Çizerken önce ufak bir belleğe atıyorum. Şu aralar çizime ayrıca vakit ayırmıyorum, zaman kısıtlamaları koymuyorum kendime. Sevdiğim insanlarla, yeteneklerle çalışmaktan yanayım. Kendi iş yerime kapanıp koleksiyon çizince her şey çok zorlaşıyor. Hayatı yaşayarak çalışıyorum artık.

Siz İstanbul’u da yaşayan bir tasarımcısınız. İstanbul’un hikâyeleri de zamanın doğurganlığına göre değişiyor. Nasıl bir dinamizm var burada? Üstelik yakın zamanda Magnum için de bir İstanbul tasarımı yaptınız.

İstanbul’da belki eskisi gibi bir çeşitlilik yok ve insanlar daha çok birbirlerinden ilham alır hale geldiler ama bir yeniden doğuş var. Bu hep böyleymiş. İstanbul sürekli yeniden doğar, bir bakarsanız zamanla başka bir şeye dönüşür ama hiç ölmez. Magnum’da da bunu yansıtmak istedim. İstanbul’un çok acayip bir enerjisi var. O yüzden kutuyu kırmızı yapmak istedik. İstanbul bir yandan, bir sürü medeniyete ev sahipliği yapmış ve uğrunda savaşılmış altın değerinde bir yer. Hayatımda gördüğüm en güzel şehir. O yüzden tasarımda altın da olsun istedim.

İstanbul’da eski yapıları gezdiğimde çiniler çok dikkatimi çeker. Bu yüzden kutunun kenarlarında çini öğeleri kullandım. Son olarak da yeniden doğuşu simgeleyen iki tane ay kullandım.

Exit mobile version