Site icon MediaCat

Yaratıcılığın İzinde: Benal Tanrısever Şimşek

Yaratıcılığın İzinde: Benal Tanrısever Şimşek

“Her müzisyen bireysel bir liderdir.” Bu sözlerini, söyleşinin sonunda kanıtlıyor Benal Tanrısever Şimşek. Piyanosunun başına geçerek Beethoven’ın Fırtına sonatından bir bölümü iki kez çalıyor. Birinde kendinizi dingin bir sahil gezintisinde, diğerinde ise kara bulutların altında buluyorsunuz. Kafasındaki hikâye sizin hislerinizi yönetiyor. “Müzisyenlik insanları yönetme becerisidir de diyebiliriz” diyor sonra. Ancak Tanrısever Şimşek’in liderlik anlayışına yön veren başka bir güç var; hayaller. Ve ona göre çocuklukta yitirilen hayal kurma alışkanlığını yetişkinlikte geri getirmek çok ama çok zor.

Bugünün çocukları nasıl bir işitsel dünyaya doğuyor?

Aslında doğumdan öncesine de gidebiliriz çünkü bebekler daha anne karnındayken sesle, özellikle de ritimle tanışıyorlar. Annenin nefes alıp vermesinden yürüyüşüne her şey bebeğin ritim duygusunu oluşturuyor. Bu en doğal içgüdüsel duygu. Doğduktan sonra çocuklar çok küçük yaşlarda dijital dünyayla tanışıyorlar. Her şeyde olduğu gibi madalyonun iki yüzü var. 20 sene önce dokuz yaşındaki öğrencimle yaptığım eğitimi bugün 3,5 yaşındaki öğrencimle yapabiliyorum. Bir beceriyi elde etmek bir çocuk için artık çok daha küçük yaşlarda mümkün olabiliyor. Bu, madalyonun güzel tarafı.

Hayal kurabilmek için insanın kendisini tanıması, kendisiyle baş başa kalması lazım.

Karanlık yüzünde ise şu var, çocuklar artık hayal kurma yetilerini kaybediyorlar. Çocuklar artık kendileriyle baş başa kalmıyorlar, sürekli tüketiyorlar. Televizyon, müzik, iPad… Kendi katkısı olmadan çok fazla vakit geçiriyor çocuk. Oysa hayal kurabilmek için insanın kendisini tanıması, kendisiyle baş başa kalması lazım. Bugün tüm dünya fark yaratacak insanları bekliyor. Ben fark yaratmayı şöyle tanımlıyorum; ilk adım hayalle başlar, sonra o hayali bir hikâyeye dönüştürmek ve o hikâyenizi ihtiyacınız olan bilgi, donanım ve teknikle birleştirmek gerekir. Sonunda ise bunu ifade olarak yaşama geçirmek…

Dolayısıyla sanatta, politikada, dinde, nerede olursa olsun insanları sürükleyen şey o insanın anlattığı hikâyedir. O hikâye o kadar güçlü ve ikna edicidir ki peşinden gitmeye başlarsınız. Bugün çizgi filmler bile hangi görüntüyle hangi duyguyu hissedeceğinizi size empoze ediyor. Sizin bir katkınız yok. Halbuki çocuk olmak o kadar değerli bir şey ki, bütün dünya, bütün hayaller sizin. Hayal kurma alışkanlığını yitirdikten sonra yetişkin olunca onu geri getirmek çok zor. Bunun, sizin için bir ihtiyaç olması lazım. Dolayısıyla hayal kurmayı çocukların hayatında var etmek çok değerli.

Öğrencilerinize müzisyen olmaya dair neler öğütlüyorsunuz?

Aslına bakarsanız bizim öğrenciler kadar velilerine de öğütlerimiz oluyor. Çünkü günün sonunda anne babalar çocukları için karar veriyorlar. Müzikle uğraşmak demek sadece bir enstrüman çalmak demek değil. Müzikle uğraşan insan önce kendini tanır, “ben neyi hayal ediyorum, bu hayal benim için ne anlama geliyor ve ben bununla ne söyleyeceğim?” der. Müzik aslında iletişim demek. Biz notalarla kendimizi anlatıyoruz. Bu iletişime sahip olan bir çocuk –ve sonrasında yetişkin– kendini anladığı için insanları da daha iyi anlayacak. Sadece kendi etrafına değil, topluma daha duyarlı bir birey olacak.

Bu değişime biraz daha makro boyutta bakalım. Bir tweet’inizde şöyle diyorsunuz; “Bugünün acımasız dünyasında müziğin duygusal tarafını anlamaya çok ihtiyacımız var.” Sahi müzik dünyada neleri değiştirebilir?

Müzik ve sahne sanatları aynı misyonu ve dokunuşu sağlayan ve insanların hayatına çok hızlı ulaşıp fark yaratabilen değerler. Ben hem Türkiye’de hem de New York’ta ve Çin’de farklı ihtiyaçları olan çocuklarla ve yaşlılarla, anne babası olmayan çocuklarla, otizmli çocuklarla çalışıyorum. Karşınızda kimin olduğu çok önemli değil. Siz müziğinizle ya da dansınızla iyi bir iletişimciyseniz, karşı tarafı kendi dünyanıza çekip mutluluk verebilirsiniz. Orada handikaplar yok oluyor, her şey eşitleniyor. Aynı dünyada hareket edebiliyorsunuz. Müziğin ve sahne sanatlarının bu tılsımlı etkisi gerçekten çok hızlı ve anında gerçekleşiyor. Mutlaka bu amaçla kullanılması gerektiğini düşünüyorum.

Müzik ve liderlik arasında güçlü bir bağ kuruyorsunuz. Biraz anlatır mısınız?

Her müzisyen bireysel bir liderdir. Az önce söylediğim gibi liderliğin tanımı da hayal kuran, hikâyesini oluşturan ve bu hikâyeyle fark yaratan insanlardır. Müzik de bizim için böyle. Evet, orada notalar var, belki o notaları Mozart yazmış fakat ben o notalarla ne anlatmak ve sizi nasıl etkilemek istiyorum? Size bir parçayı bugün çalsam hüzünlendirebilir, yarın çalsam biraz gerginleştirebilir, sonraki gün çalsam belki heyecan ve coşku yaratabilirim. Yani kafamdaki hikâyeye göre o parçayı şekillendiriyorum. Kısacası sizi yönlendiriyor ve nasıl hissedeceğinize karar veriyorum. Müzisyenlik aslında insanları yönetme becerisidir de diyebiliriz.

Hayli deneyimli bir müzik eğitmeni olarak yeni yetenekler konusunda neler düşünüyorsunuz?

Bireysel yetenekler tabii ki her zaman var ama bireysel başarı, sistemin başarısı olamaz diye düşünüyorum. Türkiye’deki eğitim sistemi ne yazık ki çocuklara farklı olabilecekleri, daha yaratıcı olabilecekleri ve kendilerini daha iyi tanıyıp ifade edebilecekleri fırsatları çok fazla vermiyor. Çünkü merkezî bir sınav sistemi var, herkes en yüksek not ve sınavlarda hatasız sonuçların peşinde. Böyle olduğu zaman zaten yaratıcılık gelişemiyor.

Yaratıcı olabilmeniz için her şeyden önce hata yapabileceğinizi kabullenmeniz lazım. Hatasız yaratıcılık olmaz.

Yaratıcı olabilmeniz için her şeyden önce hata yapabileceğinizi kabullenmeniz lazım. Hatasız yaratıcılık olmaz. Çünkü o zaman kendi konfor alanınızdan dışarı çıkmamış oluyorsunuz. Mesela bir çocuk konserde bir parça çalıyor. O çocuk çok büyük kilometreler kat ederek oraya gelmesine rağmen annesi bana diyor ki, “Benal Hanım orada bir notayı yanlış mı bastı?” Ne yazık ki annenin duyduğu tek şey çalarken hata yapmaması. Aslında biliyoruz ki tüm müziklerde dünyayı peşinden sürükleyen isimler çok da hata yapan insanlardır. Müzik demek hatasız çalmak demek değil, herkesi çok olağanüstü bir dünyanın içine almak demektir.

Peki, kafa yapılarını ne denli değiştirebildik? Neredeyse tüm yaratıcı disiplinlere atfedilen, “mesleğini eline al da, onu da hobi olarak yaparsın” söyleminden bahsediyorum.

Profesyonel anlamda müzisyen olmak her zaman çok zordu, artık çok daha zor. Sizin müziğe öyle bir tutkuyla bağlı olmanız lazım ki ondan başka hiçbir şey yapmayı düşünemeyesiniz. Çünkü bu bir meslek değil. Peki, sadece tutku yeter mi? Kesinlikle hayır. Kararlılık, vazgeçmemek, dirençli olmak. Belki 100 kişi sizi dinleyecek, 99’u beğenmeyecek. Hâlâ kendinize inanmaya devam edecek misiniz? İyinin tarifinde çıta o kadar yükseldi ki… Artık herkes çok iyi. O zaman senin farkın, özelliğin ne olacak? Müzikle uğraşan her kişi profesyonel yolda mı ilerlemeli, hayır. Siz hangi mesleği yaparsanız yapın müzik, dans, tiyatro; ruh sağlığınız, duygusal ve sosyal zekânız için çok önemli.

Son olarak müzikte yetenek başlığını konuşalım. Yetenek yeterli midir, üzerine ne konmalıdır?

Juilliard dünyanın en önde gelen bir iki müzik okulundan biri. Bana hep soruyorlar, “Juilliard’a girmek için ne kadar yetenekli olmalıyım?” Bu o kadar zor bir soru ki, çok yetenekli olmalısınız ama oraya girdikten sonra zaten herkes çok yetenekli. Ben Juilliard’da okuduğum sırada, o dönemki arkadaşlarımın arasında müzikle kalan tek isim ben oldum. Onlar daha az yetenekli oldukları için değil, bu çarpışmalarda kendilerini koruyamadılar veya yeterince güçlü değillerdi. Kendi adıma rahatlıkla, işin yüzde 30’u yetenek, yüzde 70’i çalışma diyebilirim.

Exit mobile version