Türkiye’nin 2017 büyüme oranlarının açıklandığı şu günlerde, iş dünyasına yönelik yıllardır değişmeyen bir istatistiksel gerçek geleceğe yönelik iyimserliğin üzerine gölge düşürüyor. Bu gerçek, kadın istihdamının düşük olması ve kadın istihdamının muhafaza edilip artırılmasına yönelik kalıcı adımların atılmayışı.
Bu bağlamda aklımızı kurcalamaya devam eden gayet meşru sorular var; örneğin Türkiye’nin büyüme oranlarının kalıcı bir kadın istihdam politikasıyla ne kadar yükseklere varabileceği… Hem özel hem de kamu politikaları toplumsal cinsiyet eşitliğinin teşvik edileceği kültürleri inşa etmekte yetersiz kalmakla birlikte umut verici girişimler de mevcut. Ayrıntıları ve analizleri Kadın Girişimcileri Derneği (KAGİDER) Başkanı Sanem Oktar’dan dinleyelim.
İstihdam yetmez, kadınların işlerinde kalmalarını sağlamalıyız
Halen kadının iş gücüne katılım oranı sadece yüzde 33,5 düzeyinde ve bu oranla ülkemiz maalesef OECD ülkeleri arasında en son sırada yer alıyor. Şayet Türkiye, bu oranı güçlü ve istikrarlı politikalar ile OECD ortalaması olan yüzde 63’e yükseltebilirse, McKinsey Küresel Enstitüsü öngörülerine göre Gayri Safi Yurtiçi Hâsılası 2025 yılında yaklaşık yüzde 20 oranında artarak, beklenenden 200 – 250 milyar dolar daha fazla büyümeye ulaşabilir.
İki yol var
Bu, Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınması, refahı ve geleceği için hızla değiştirilmesi gereken bir tablo. Bu yöndeki çalışmanın iki ana kolu bulunuyor. Bunlardan birincisi kadın istihdamını artırmak, ikincisi ise istihdam edilmiş kadınların işlerinde kalmalarını ve profesyonel yaşamlarını geliştirmelerini sağlamak. Oysa bugün maalesef ülke olarak kadınları istihdama katmak bir yana, iş hayatına girmiş, istihdam edilen kadınları orada tutmakta da zorlanıyoruz.
Danone Türkiye için bu yıl Ağustos ayında tamamlanan Çalışan Annelerin İşe Dönüş Araştırma Raporu bunun nedenleri hakkında önemli veriler ortaya koyuyor. Araştırmaya göre kadınların yüzde 74’ü hamileyken işi bırakıyor. Çocuğun ilk anlarına tanıklık etmek gibi duygusal motivasyonların yanı sıra uygun ve güvenilir çocuk bakım alternatiflerinin olmaması bu tercihi tetikleyen en önemli etken.
Oysa kadının çalışması sadece onun için değil, aile için de önemli… Araştırma bunu doğruluyor. Çalışmak öncelikle kadına ekonomik özgürlük, güç ve kendine güven kazandırıyor. Onun sosyal ve profesyonel gelişimini destekliyor. Aynı zamanda ailenin gelir seviyesini artırdığı için baba ve çocuklar tarafından da destekleniyor.
Ama çocuk olunca kadın işten ayrılıyor. Araştırmalar kararın kesinlikle kadın tarafından verildiğini gösteriyor. Aile onu destekliyor. Ayrılma kararının altındaki temel neden annenin doğan çocuğuna kendisinin bakmak istemesi. Çocuğun yaşamının ilk dönemine tanıklık etmek gibi duygusal motivasyonlar önemli rol oynuyor. Bunun yanı sıra çocuk bakımını ve ev işlerini kadının sorumluluk alanında gören kültürel faktörler de etkili oluyor.
Araştırmaya göre, esnek zamanlı çalışma imkânı, kadınların anne olunca işi bırakmalarını engelleyebilecek çözümlerin başında geliyor. Araştırmaya katılan kadınların yüzde 70’i esnek zamanlı çalışma imkânı olsa işe geri döneceğini belirtirken, yüzde 67’si yarı zamanlı çalışma imkânı olsa işe hemen başlayacaklarını ifade ediyor.
İşe dönüşü kolaylaştıran diğer bir önemli unsur ise çocuğun bakımından sorumlu olacak birinin bulunması. İşe geri dönen annelerin yüzde 37’si bu kararı almalarını en çok kolaylaştıran unsurun çocuğa bakacak birisi olması olarak belirtiyor.
Yöneticilerin anlayışlı ve destekçi olması ve kreş de kadınları işte tutacak uygulamalar arasında yer alıyor. Çocuk bakımı konusunda daha anlayışlı ve destekleyici bir yönetim olsa işe dönerdim diyen kadınların oranı yüzde 66 iken kreş imkânı sağlansa işe hemen geri dönerdim diyen kadınlar ise yüzde 60 oranında.
Kültürel engelleri aşmak
Bu konuda önemli bir adım geçtiğimiz Şubat ayında atıldı. 2010 yılında AÇEV (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) ile oluşturduğumuz Çocuk Bakım Kamu Finansman Modeli’miz var; son dönemde hükümet tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunulan torba yasa kapsamında çocuk bakım desteği hayata geçiyor. Bu, bizi mutlu eden çok önemli bir gelişmedir. Ayrıca, Maliye Bakanı Naci Ağbal da her bir çocuğun bakımı için gerekli mali desteğin brüt asgari ücretin yüzde 15’i olarak planlandığını, Bakanlar Kurulu’na bir yazı yazmak suretiyle bu oranı yüzde 50’ye kadar çıkarma konusunda bir düzenleme yapmak istediklerini belirtti. Bunu da destekliyoruz. Ancak bunlar tek başına sorunu çözmek için yeterli değil. Söz konusu teşvik “kadın çalışanlar”ı kapsıyor, ancak bizim talebimiz bunun ebeveyn teşviği olarak verilmesi.
Kadınların çalışma koşullarını onları işte tutacak şekilde düzenlerken çok önemli bir etkeni gözden uzak tutmamalıyız. O da erkek egemen toplumsal kültürün etkisi ve boyutlarıdır. Bu kültür kadınların üzerine ağır sorumluluklar yükleyerek onların ekonomik yaşama katılmalarını, ülkenin kalkınmasına omuz veren üretken bireyler olmalarını zorlaştırıyor. Ama burada bitmiyor. Kadınların profesyonel yaşamlarında erkeklerle aynı fırsatlara sahip olamamalarının altında da bu kültür ve onun beslediği cinsiyet ayrımcılığı yatıyor.
Bir şirket kadınları işte tutmak için esnek çalışma koşulları uygulayabilir, kreşler ve süt odaları açabilir; ama eğer ayrımcılığı besleyen bir kurumsal kültür varsa sonuç alınamaz.
Bu bakımdan, cinsiyet ve fırsat eşitliğine dayalı, kadınların profesyonel yaşamlarını desteklemeyi benimsemiş bir kurum kültürünün iş yerlerinde egemen kılınması iş dünyamızın öncelikli bir konusudur. Kadının güçlendirilmesi konusunda kamuya düşen görevlerin yanı sıra, tüm kurumlar ve şirketlere düşen görevler de var. Kadınların iş yaşamına geçişlerini ve burada kalışlarını kolaylaştırmak hepimizin ortak sorumluluğudur.
İş dünyası da bu alandaki sorumluluklarını yerine getirmelidir.