Geçen yüzyılın ortalarında söylenen ünlü “Göğün altında her şey kaos, harekete geçmek için muhteşem bir zaman” deyişini hatırlatan bu başlık sizleri düşündürmeli. Düşüncelerinize “yeni ne yapabilirim” sorusu eşlik etmeli. Veri Enstitüsü’nün kurucusu Bekir Ağırdır, henüz dumanı tüten Türkiye’nin Değişen Yüzü araştırmasını MediaCat’e anlatıyor.
Veri Enstitüsü hayırlı olsun. Dilerseniz önce kuruluştan, sonrasında da altını sıkça çizdiğiniz ve yaklaşımdaki asli yeniliği oluşturan “joint veri” kavramından bahsedelim.
Bugün hayat çok karmaşık, çok katmanlı ve çok aktörlü. O nedenle birçok yöntemi ve birçok kaynağı bir arada görmek ve kullanmak gerekiyor. İşin bir yanı bu, yani yöntem. İkincisi, sadece yöntemler değil, hayata dair açıklamalar da değişiyor ya da bunların da değişmesi gerekiyor. Toplum ve insan değişiyor ama kavramların da içi değişiyor, çeşitleniyor. Dolayısıyla tek bir şemaya ya da açıklama modeline dayalı hikâyeler bugünün Türkiye’sindeki insanları ve karşı karşıya olduğumuz meselelere yaklaşımları açıklamaya yetmiyor. Tekli yöntemlerin açıklayıcı gücünün giderek azaldığı, çoklu yönteme ihtiyaç olduğuna yönelik bir tespitti yola çıkış noktamız. Dolayısıyla “joint veri” kavramını biz büyük veri yerine kullanıyoruz.
Çok kaynaklı, çok yöntemli veri kadar çok disiplinli bir bakış açısını bugüne daha uygun buluyoruz. Sadece bilgisayarcının ya da sadece pazarlamacının değil, toplumsal psikolojiyi bilenlerin, sosyologların, antropologların, matematikçilerin ve siyasetçilerin de dahil olduğu multidisipliner bir bakış. Dolayısıyla çoklu kavramını hem yöntem hem veri hem de anlama çabaları ve disiplinlerarasılıkta kullanıyoruz. Böyle bir yer karar vericilerin sayılara mahkûm olmadan düşünmesi için bir fırsat çünkü eski araştırma ve sayılar o anın durumunu anlatsa da yarının durumunu anlatmaya yetmiyor. Dolayısıyla Veri Enstitüsü’nün kuruluşuna dair üçüncü unsur da dikiz aynasından yolu gözlemlemek değil, arabanın farları gibi aydınlatarak öne doğru gidişi tarif etmeye çalışmak. Ya da yol haritalarını üretmeye çalışmak. Tam da bu yüzden çok disiplinli bir bakışa, çok kaynaklı bir veriye ve çok disiplinli başka modellemelere ihtiyaç var.
Türkiye’nin Değişen Yüzü araştırmasının lansmanını yaptınız. Bireyi ve toplumu anlama çabasına ne ekliyor bu araştırma?
Bu araştırmayı tasarlarken bireyden başlayıp topluma geldik. Çıkış noktamız yine çokluktu. Diyelim sen bir kadınsın ama aynı zamanda bir annesin ve yeşil aktivistsin. Aynı zamanda vegansın. Tek bir kimlik üzerinden seni bir kümeye ya da kalıbın içine sokmak doğru olmayabilir ya da seni açıklamak için yeterli olmayabilir. Halbuki sen farklı davranış kümeleri, farklı ilişki alanlarında farklı kimliklerinle ya da önceliklerinle davranıyor olabilirsin. Tek kimlik üzerinden baktığımızda toplumu hep 100 kabul ediyoruz; 50 kadın, 50 erkek ya da 60 dindar, 40 seküler gibi. Halbuki bu çokluktan bakınca toplum belki 100 değil, 700. O yüzden, kesişimsel bakmak ya da hibrit alanlara odaklanmak daha açıklayıcı olabilir.
Bazen bir dizi ya da şarkı etrafında ya da gastronomik bir konuda birdenbire beklemediğin bir sürü insan bir araya geliyor. Dolayısıyla biz beşinci katman olarak; yani demografik, sınıfsal, kültürel ve sosyolojik açıklamaların yanına, bu araştırmaya özgün olarak ve 2024-25 Türkiye insanını açıklamak için beşinci bir katman ekledik: Davranış kümeleri. Şimdiye kadar çıkardığımız 70’e yakın davranış kümesi var. Bunun içinde gamer’lar da var, kripto yatırımcılar da, komplo fikriyatına ya da irrasyonel düşünce biçimine yatkın olanlar da… Bu yaklaşımın -bir marka olabilir ya da bir siyasetçi- karar vericiler için oldukça anlamlı ve yeni bir bakış anahtarı olacağını öngörüyoruz.
Bu araştırma modeliyle, geleneksel “anlam arayışları”nın hangi önkabullerine meydan okunuyor?
Genellikle bir siyasetçi ya da bir marka kendine hedef kitle diye bir şey seçer ve onun üzerine bir varsayım geliştirir; buradan vizyon, misyon ya da anlam belirler. Anlatılan şeyi, yani büyük hikâyeyi giderek ıskalayarak uçurtmayı havalandırıyorsun ve bir süre sonra uçurtma senin elinden kayarak bambaşka yerlere gidiyor. Onun için uçurtmanın bir ucunun toplumun gerçekliğine ve güncelin etkilerine, toplumun dinamiklerine de bağlı olması gerekiyor ki o savrulma olmasın ya da gerçeklikle ilişkin kopmasın. Benim gördüğüm, karar vericilerin en sık yaptığı hatalardan biri bu.
Hedef kitle değişiyor, hikâye değişiyor, davranış kümeleri değişiyor. Bizim bu araştırmada yedi sosyolojik kümemiz, 70’e yakın da alt kümemiz var. Şimdi bu modeli Fikrimühim’in online paneli üzerinden 56 bin insana uygulayacağız. O 56 bin insanla ayda 8-10 kere bu araştırma kapsamında sorgulayamadığımız birtakım başka alanlara dair sürekli yeni, taze bilgi üreteceğiz. Her yıl da bu ana modellemeyi yenileyeceğiz. Eğer mümkünse markaların, şirketlerin, kamu kurumlarının verileriyle ya da dünyanın açık verileriyle joint veriyi çeşitlendirerek, kapsama alanını ve türünü çoğaltarak modeli dinamik ve diri tutacağız. Yani meseleye statik bir yerden bakmayacağız. Diğer araştırmalardan farklı olarak uzun bir dünya ve Türkiye okuması yaparak başlıyoruz çünkü konuştuğumuz konuları hangi bağlamda konuştuğumuz önemli. Gazze’deki soykırımı ya da ekonomik krizin derinliğini dikkate almadan insanı anlayışımız da eksik kalır.
“Türkiye’nin Değişen Yüzü” araştırmasında sizi en çok şaşırtan bulgular neler oldu?
Üç bulgu beni şaşırttı. Birincisi, 2024 Kasım ayı Türkiye’sinde gruplar arasındaki farklılıkları artık değerler açıklamıyor. Değerler, siyasal duruma göre değişebiliyor artık. Yine bu başlıkta devam edeyim, çok ciddi bir zihinsel dönüşüm yaşadığımızı gözlemledik, bir farkındalık yükselişi var toplumda.
Çevre duyarlılığı, yeniliklere açık olma, toplumsal cinsiyet eşitliği… Bu konularda fikri bir dönüşüm var ama bunun eylemliliğe dönük kısmı düşük. Peki, bugünün Türkiye’sini nereden açıklayabiliriz? Algı ve beklentiler üzerinden. Teoride de pratikte de çok tartışılan bir şeydi, algının gerçekliğin yerine geçmesi… Ama bu kez somut sayılarla önümde olması beni şaşırttı. İnsanların kimliklerinden, marifetlerinden, eğitimlerinden, istihdamdaki pozisyonlarından hatta gelir durumlarından neredeyse bağımsız bir biçimde, yarına dair beklentilerindeki iyimserlik veya karamsarlık, aralarındaki farkları açıklayan en önemli eksen haline gelmiş.
İkinci şaşırdığım bulgu, kaygının herkes için ortaklaşmış bir duygu haline gelmesi. Ülkenin dörtte üçü kaygıda ortaklaşmış. Türkiye’nin en varsıl kesimi diyeceğimiz insanlarda bile iyiyim diyen ya da ülkenin geleceği konusunda iyimserim diyenler yarıyı geçmiyor. Ama ülkenin 4’te 3’ü kategorik olarak kaygı halinde, ülkenin geleceğine endişe içinde bakma halinde.
Üçüncüsü de… Son yıllarda herkes gençleri anlayalım diyor. Gençler üzerine müthiş bir literatür var, ABD’den tercüme edilmiş modelin burada da geçerli olduğuna dair bir sürü sunuş. Buna, son yıllarda yaşlıları anlama arayışı da eklendi. Ama biz bu araştırmada, 30-50 yaş aralığını fark ettik. Bu orta yaşlı grup, ülkenin marifeti en yüksek kitlesi. Hayatın pratikleri veya değerler gibi her türlü değişim konusunda yüksek bir potansiyele sahip ama kimse onları konuşmuyor. Üstelik, gençleri ve yaşlıları anlayalım diyenler de bu insanlar ama kendilerini ıskalamışlar. Gençlerdeki kapasite yıkıcılık, evet, yani bir şeyi bozuyor ama orta yaş ya da 30-50 yaş arası kümede yaratıcı yıkıcılık var. Bir şeyi yıkarken aynı zamanda yenisini inşa ediyor. Evet, Türkiye yaşlanıyor bir yandan, doğru. Gençlerse umutsuz, çaresiz, onları anlayalım çabası var ama bütün bu hikâyeyi ya da problemi yönetme kapasitesi olan orta yaşı ve onların duyarlılıklarını, marifetlerini ıskalamak doğru değil.
Türkiye’nin epeydir ihtiyaç duyduğu yeni hikâye ortaya çıkmaya başladı mı dersiniz; yani talepkâr, geleceğe dönük bir toplum var mı?
Evet, toplumun 4’te 3’ünün kaygıda ortaklaşmış olmasıysa bunun en büyük delaleti. Hiç kimse kaygıdan mutlu olamayacağına göre, bir çözüm arayışı başlamış demektir. Buna araştırmanın içindeki modülden beslenen teorik bir açıklamam var. Yasın ya da kederin beş evresi vardır. Diyelim ki kanser olduğunuzu öğrendiniz. İnsan zihni bu hikâyeyi nasıl içselleştirir? Birincisi inkâr ediyorsunuz. Yanlış söylüyordur doktor. İkinci aşama öfke. Niye benim başıma geldi? Üçüncü aşama pazarlık. Sigarayı bıraksam kanseri atlatabilir miyim gibi. Dördüncü aşama depresyon, yani yasınızı yaşamak. Ancak bu aşamadan sonra, şimdi ne yapmam lazım sorusuna kafa yoruyorsunuz. Benim de tezim bu teoriyi de bu bulgulara uyarlayarak, bugün toplum bu depresyon seviyesinde uzlaştığı için yeni bir hikâyeye inanmaya, kulaklarını açmaya, yeni yüzlere, yeni seslere ve sözlere açılmaya hazır. Değişime hazır. Burada da Veri Enstitüsü’nün üçüncü faaliyet alanı geliyor. Yani kendi araştırmalarını yapmak ve çoklu kaynaklarla, işbirlikleriyle çoklu okumalar yapmanın yanı sıra karar vericilerin strateji üretmelerine destek olmak, yani geleceğe dönük olarak ne yapılabileceğine cevap aramak.