1987’de yerel bir müzik festivali olarak düzenlenmeye başlayan SXSW, bugün sinema ve teknoloji meraklılarını da içine alan çok geniş bir kitleyi Teksas’ın Austin kentinde buluşturuyor. Bu yıl kapılarını 11 Mart’ta açan etkinlik, katılımcılarını teknoloji alanında faaliyet gösteren ufuk açıcı marka, hizmet ve ürünlerle tanıştırdığı Creative Industries Expo’ya (Yaratıcı Endüstriler Fuarı) da ev sahipliği yapıyor.
Ziyaretçilerini Innovation, Global, Social Impact, Health + Wellness ve Entertainment olmak üzere farklı alanlardaki teknolojilere dair ilham verici içerik ve deneyimler barındıran pavilyonlarda ağırlayan fuar, teknoloji ekosisteminin yarınına dair ilgi çekici panellerin gerçekleştiği Next Stage; oyun, müzik, film ve teknoloji sohbetlerinin yapıldığı Podcast Lounge; katılımcıların diğer endüstri profesyonelleriyle tanışıp işbirliği fırsatlarını değerlendirebileceği Networking Lounge gibi alanlara da erişim sunuyor.
Fuar alanını yerinde deneyimleyen Mashable’ın bu yılın öne çıkanları arasında gösterdiği girişimler, yaratıcı olduğu kadar distopik teknoloji deneyimleri vaat ediyor. Bunlar arasında yapay zekâ desteğiyle kişiye özel sanal gerçeklik deneyimleri yaşatan Tulpamancer, hayatını kaybetmiş celebrity’leri görüntü, ses ve hatta düşünme biçimlerini simüle ederek hayata döndüren Soul Machines ile SoulLink ve NFT’lere fiziksel bir boyut katan Generative Goods başta geliyor.
Yapay zekâyla zaman yolculuğu
Teknoloji yayınının editörlerinden Chance Townsend, yönetmenler Marc Da Costa ve Matthew Niderhauser’ın interaktif enstalasyonu Tulpamancer için “SXSW’da gördüğümüz hiçbir şeye benzemiyordu” ifadelerini kullanıyor. İlk kez 80. Venedik Uluslararası Film Festivali’nde görücüye çıkan enstalasyon, Kuzey Amerika prömiyerini SXSW’da yapıyor.
Her ziyaretçiyle yaptığı ön görüşmelerde topladığı verilerle onlar için geçmişi veya geleceği tasvir eden benzersiz ortamlar yaratan Tulpamancer; sanat, üretken yapay zekâ ve sanal gerçekliğin kesişiminde ilgi çekici bir deneyim sunuyor.
Dijital reenkarnasyon
Black Mirror’ın, hayatını kaybeden sevgilisinin yasını, onu taklit eden bir yazılımla konuşarak tutan Martha’nın hikâyesini anlatan “Be Right Back” bölümünü hatırlarsınız. Yeni Zelanda merkezli yapay zekâ girişimi Soul Machines‘in SXSW’da lanse ettiği teknoloji bu deneyimi aramızdan çoktan ayrılmış celebrity’lere uyarlıyor.
62 yıl önce hayatını kaybeden Marilyn Monroe’nun kendine özgü sesi ve tarzıyla karşısındakilerle gerçek zamanlı iletişim kurabilen hipergerçekçi bir avatarını yaratan girişim, bunu mümkün kılmak için gelişmiş doğal dil işleme, derin öğrenme ve GPT 3.5’ten yararlanıyor.
“Digital Marilyn”’in Soul Machine’in tescilli kamera ve mikrofon teknolojisi aracılığıyla kullanıcıların duygularını analiz ederek özgün yanıtlar üretebilmesi, onunla girilen her etkileşimi benzersiz kılıyor.
Güney Koreli JL Standard tarafından yaratılan SoulLink‘in teknolojisi de benzer bir deneyim vaat ediyor. Taylor Swift, Justin Bieber gibi celebrity’lerin avatarlarıyla sohbet etmeyi deneyen Townsend, bu sistemle kullanıcıların vefat etmiş yakınlarını yaratmasının da mümkün olduğunu belirterek, “Bir anlamda makinelerimize gerçek hayaletler yerleştiriyoruz” yorumunda bulunuyor.
NFT’lere yeni bir anlam
Sanat piyasasına giriş yaptıkları andan itibaren NFT’lere yönelik en büyük eleştiri, dijital sahipliğin fiziksel dünyada bir karşılığı olmamasıydı. Bu yıl Creative Industries Expo’da yerini alan Teksas merkezli Generative Goods‘un hedefi ise NFT sahiplerine fiziksel bir fayda sunarak dijital sahipliği daha anlamlı kılmak.
Girişim, özel bir nakış makinesiyle NFT’leri fiziksel kıyafet ve aksesuarlara işliyor. Ziyaretçileri dijital tasarımların fiziksel ürünlere aktarım sürecine canlı olarak tanık eden Generative Goods’un tartışmaya açtığı bu fikrin, son dönemde piyasa değerlerini neredeyse tamamen yitiren NFT’lerin değerini yükseltme potansiyeli olabilir.