Nurten Öztürk şöyle özetliyor Opet’in sosyal sorumluluk projelerini; “Opet bir Türk şirketi ve doğup büyüdüğü topraklara bir borcu olduğunu düşünüyor” ve ekliyor: “Toprağı paylaştığı insanların daha çağdaş, daha konforlu, daha kalkınmış ve her anlamda mutlu insanlar olmasını istiyor.” Bu yüzden Trakya’dan Anadolu’ya, kentlerden köylere, kimi zaman asfalt yolların uğradığı kimi zamansa yerini çakıl taşlarına bıraktığı ücra köşelerde OPET’in varlığını gördüğümüzde şaşırmıyoruz. Bu kez Opet ve Nurten Öztürk’le Çanakkale’nin küçük bir köyünde, Tevfikiye’de karşılaşıyoruz.
Tevfikiye Köyü, Lozan Barış Antlaşması’ndan itibaren 1920’lerin sonunda ve 1950’lerin başında bölgeye göç eden iki kuşağın temsilcilerini ağırlıyor bugün. Binyıllar boyunca acıların ve savaşların kenti olmuş Troya’nın hemen yanı başında, kendi göç hatıralarını yaşatan ve belki de toplumsal belleğinde sonsuz bir barışa ve kalıcı bir huzura bir yer açmayı, gelecek nesillerine acıdansa mutluluğu miras bırakmayı hedefleyen bu halk; yani, Arkeolog Fecri Polat’ın deyişiyle “Son Troialılar”, bugünlerde köylerinde yükselen yeni bir projeyi selamlıyorlar.
Yaşadıkları yer; OPET liderliğinde ve Çanakkale Valilği ile başta Arkeolog Prof. Dr. Rüstem Aslan olmak üzere 18 Mart Üniversitesi işbirliğinde; Türkiye’nin ilk arkeo-köyüne dönüşürken, gelecek de onlar için farklı diyarlardan gelen turistlerle kaynaşmaktan geleneksel el sanatlarını yeniden keşfetmeye dek bir sürü fırsatlara gebe olacak. Köyü gezdiğimizde, köylülerin ne kadar katılımcı, ne kadar umutlu olduklarını görüyoruz. Köyün muhtarı gururlu; öğretmenin gözleri parlıyor; kadınlarsa yeni edindikleri uğraşlarla hem para kazanmayı öğreniyorlar hem de sosyal hayatın bir parçası oluyorlar. Yüzünden mutluluk akan bir diğer kişi de elbette projenin mimarı Nurten Öztürk. Neyse ki bizimle küçük bir söyleşi yapmayı reddetmiyor…
Tevfikiye Köyü, çok kısa bir sürede yepyeni bir estetik forma kavuştu. Nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz burası için?
Ben burasını bir magma olarak görüyorum. Asırlar boyunca birçok medeniyet yaşamış burada ve bu medeniyetlerin toprağın altında kalmış bir birikimi var. Nasıl bir volkan patladığı zaman birçok şey yüzeye çıkar ya, burada yapılanlarla da bu patlama yaşansın istiyorum. Yani, toprağın altındaki o magmayı gün yüzüne çıkaracak güzel çalışmalar yapmalıyız. 2018, Troya Yılı ilan edildiğinde çok heyecanlandım. Tabii bu dönemin hakkını vermek için insanları hazırlamamız gerekiyor. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz.
Benim hayalim, gelecekte, buraların yerli yabancı insan kaynaması ve insanların birbirleriyle kaynaşmaları. Turistler harabeleri gezerken, doğru işaretlerle yönlendirilecekleri, köydeki her insanın mini birer rehber olacağı günler hayal ediyorum. Gelenlerin sordukları sorulara masalsı cevaplar vererek, buraların yeniden yaşanmasına yol açacak zamanlar umuyorum. Sanıyorum artık Tevfikiye Köyü sakinleri de bunu hissetmeye ve Troyalı olduklarını anlamaya başladılar.
Birçok turistik bölgemiz yanlış planlamalardan ve kontrolsüz büyümelerden ötürü hem ziyaret edenler hem de yerel halk için gerilimli karşılaşmalara sahne olabiliyor. Burası için de benzer çekinceleriniz var mı?
Hizmet sektörü çok özel bir sektör. Detaylara önem verilmesi gerekir, duyguların fazlasıyla dikkate alınması gerekir; tüm paydaşlar açısından. Çok ticari bakıldığı zaman, hiçbir şey istendiği gibi olmaz. Biz, Tarihe Saygı ya da Örnek Köy gibi projelerimizle kültür, turizm ve tarihsel kalkındırma işine girdiğimizde, işe duyguyu kattık ve insanların mutluluğunu ön plana çıkarmayı hedefledik. Gerek yörelerin yaşaması gerek o yörede yaşayan insanların huzurlu olması için her şeyden önce yapılacaklara hazır olmaları lazım. Eğer bir yerde gerekli altyapı hazır değilse siz oraya insanı soktuğunuzda orada yaşayan herkes isyan eder. Turistler, bir yere giderken zihinlerinde bir hayal oluyor. O hayallerle gördüklerinin örtüşebilmesi için, oradan ayrılırken iyi anılara sahip olabilmeleri için gittikleri yörenin ve oranın insanının bakış açısıyla hazırlıklı olması lazım.
Eğitimlere bu kadar odaklanmanız da bu yüzden sanırım…
Evet, her projemizde eğitimlerle başlıyoruz. Biz, tarihî önemi olan, turist çeken yerleri geliştirmeye, kalkındırmaya çalışırken, genellikle harabelerin üzerine yerleşmiş, harabelere yakın olan yerlerden başladık ve insanların bakış açısını değiştirdik. Yani, örneğin değersiz görülüp ev yapılan, ahır yaparken kullanılan taşların aslında çok değerli olduğunu, onların yaşaması gerektiğini, taşın yerinde ağır olduğunu anlatmaya çalıştık ve gelenlere orayı doğru anlatacak hediyeler yapmanın, hizmet vermenin önemini anlatmaya çalıştık. Halkın ve yörenin gelene hazırlanması gerekiyor aslında. Biz bu tip çalışmalarla başladığımız için, yöreye gelenler de bu değişimin ne kadar ciddi olduğunu hissetti. Tarihe Saygı projemizde bugün buraya gelen insanlar bize teşekkür ediyorlar. Halk mutlu; yapılanlardan mutlu çünkü güzel şeyler gösterebiliyorlar. Güzel güzel anlatabiliyorlar, güzel şeyler satıp üç kuruş para kazanabiliyorlar. Gelenler mutlu, hayalleriyle örtüşen anılar yaşayabiliyorlar. Türkiye’nin turiste ihtiyacı var. Aslında herkesin insana ihtiyacı var yaşaması için.
İş dünyasında ve şirketlerde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda çalışmalarınız oluyor. Köylerdeki projelerinizde de bunu gözetiyor musunuz?
Neden biz önce eğitimlerle başlıyoruz? Eğitim olmadan değişim olmaz. Eğer bir değişim yaratmak istiyorsanız, buna eğitimle başlamalısınız. Tek başına da olmaz. Bir sürü bacağının birlikte gitmesi gerekir. Şimdi dünya değişiyor. Çağa ayak uydurmak gerekiyor. Biz bu eğitimlerde kadın erkek ayrımı yapmaksızın hareket ediyoruz. Köylerde, köy komitelerini kurarken beş kadın beş erkek diyoruz ve aynı zamanda köyün söz sahibi olan muhtarını, öğretmenini ve imamını doğal üye yapıyoruz bu komitelerde. Çalışmaların en başından onlarla birlikte olup, daha sonrasında da onlara bırakıyoruz ki devam ettirsinler. Ben kadının sosyal hayatın içinde olması gerektiğine inanıyorum. Eve kapatıldığında, doğuştan gelen çok yönlülüğü ve üretkenliği kayboluyor kadının. Dolayısıyla bu yapılan çalışmalarda kadının olmaması ve önde olmaması düşünülemez. Projelerin sağlıklı yürüyebilmesi için kadına ihtiyacımız var.
OPET, 2006 yılından bu yana Gelibolu Yarımadası’nda, bölgenin doğal dokusunu koruyarak çağdaş bir görünüme kavuşması için çalışmalar yürütüyor. Toplumdan ve ziyaretçilerden nasıl geri dönüşler aldınız geçen 12 yılda?
Gelenlerin bakış açısı bizim için çok önemli, sık sık araştırmalar yapıyoruz bu konuda. 18 Mart Üniversitesi’nin yerli ve yabancı turistlerle yaptığı araştırmalara göre, geri dönüşümler son derece olumlu. Ulaştığımız insanlarla gurur duyuyoruz, bu yüzden ne kadar insana ulaşabildiğimizi de sürekli araştırıyoruz. Tevfikiye için de bu araştırmaları yapacağız. Çünkü OPET, yaptığı çalışmaların en başından en sonuna kadar bizzat içinde oluyor; projelendirilmesini, takipçiliğini ve ölçümlemelerini yapıyor. Sürdürülebilir işlere imza atmak istiyor. Yabancıların arkeo-köyümüzü nasıl bulduğunu, Troya’ya yönelik beklentilerini karşılayıp karşılayamadıklarını kısa sürede öğreneceğiz.
Tevfikiye Köyü’nü gören diğer köy halkları da benzer taleplerle yaklaşıyor mu OPET’e?
Çanakkale Valiliği bize Troya ve çevresindeki tüm alanların değişimiyle ilgili teklifte bulunduğunda; 2018, Troya Yılı olacağı ve Troya Müzesi açılacağı için, biz harabelere en yakın köyü yapalım dedik. Çok da iyi oldu. Bunu görünce, diğer köyler de istemeye başladı tabii. Bu köy çok önemli. İlk arkeo-köy, Türkiye’de benzeri yok. Ayrıca, Çanakkale merkezde olmayan bir altyapıya kavuştu. Üst yapıyı zaten gördünüz; her bir bina ayrı bir kimlik kazandı. İnsanlar artık ümitli. Bu projenin çalışacağına ben eminim. Buraya gelen insanlar, yerel halka bir şeyler bırakırlarsa, yaptıkları değerlenirse daha mutlu olacaklar. Bu yüzden gelen sayısını çoğaltmamız lazım. Yavaş yavaş toparlıyoruz, her şeyimiz hazır.