Site icon MediaCat

“Senden iyi olanı alkışlayacaksın”

Türk spor kamuoyunda taraflı tarafsız herkesçe sevilen Halit Kıvanç'ı Dünya Kupası'nın arifesinde MediaCat'te ağırladık.

Sayısını hatırlamadığı kadar çok kitap yazmış, nice milli heyecanın sesi olmuş, Türk spor kamuoyunda taraflı tarafsız herkesçe sevilen Halit Kıvanç‘ı Dünya Kupası‘nın arifesinde MediaCat‘te ağırladık. Kıvanç anlatmaya Rumî takvimle 1341’den başladı, saat misali işleyen hafızasından seçkiler sunduğu söyleşide sesiyle hayat verdiği son reklam filmlerini de unutmadı.

Herkesin gıpta ettiği bir kariyere hâlâ başarıyla devam ediyorsunuz. Nedir sırrınız?

Tarihi bir kişiyim demek istemiyorum ama efendim ben, Türkiye’de tarihin değiştiği bir zamanda, daha sonra 1925 olarak geçecek tabii kayda, 1341’in 18 Şubat’ında, Fatih’te doğmuşum. Bugün, 89 yaşında hâlâ mesleğime devam edebiliyor olmam da bununla alakalı. İstanbul fethedildiğinde Fatih Sultan Mehmet’e gelip ‘Efendim öğrendik ki bu şehirde yedi tepe varmış; bunlardan en büyük olanına sizin adınızı verelim’ demişler. Fatih olmaz demiş ‘Siz yedi tane ciğer, işkembe -artık kokacak ne varsa- alın yedi tepeye de koyun. Hangi tepedeki en son kokarsa, o tepeye benim adımı verin’ buyurmuş. En son kokan yer Fatih semti olmuş. Hah, ben tam da bu yüzden, hâlâ kokmadım, devam ediyorum.

Geriye dönüp baktığınızda hiç Kozluk’ta kalıp hâkimliğe devam etseydim dediğiniz oluyor mu?

Yedinci ya da sekizinci sınıfta öğretmenimiz bizi bir mahkemeye götürmüştü. O günü hiç unutmuyorum, çok zarif şekilde sorguya çekişiyle, cübbesiyle falan çok etkileyici bulmuştum o duruşmadaki hâkimi. Ben de hâkim olayım istedim işte o gün. Neyse efendim liseyi çok güzel biçimde bitirdim. O dönem bölümlerin kalemlerine gittiğinizde ‘Oğlum iktisada gel’, ‘Oğlum hukuka gel’ derlerdi, siz kapı kapı gezmek zorunda kalmazdınız. Mezun olup çok müşkül bir yerde başladım mesleğe. Uçakla gidiyor daha sonra katır sırtında devam ediyordunuz. Zabıt katibi Haydarpaşa Liseli bir çocuk vardı, çalıştığım insanları çok sevdim ama… Gazeteci olmak istiyordum, bu yüzden döndüm. 50 sene sonra karımla Kozluk’a gittim, 2005’te. O eski köy dört benzin istasyonlu bir kasabaya dönmüştü. Üç dört dükkânda duvarda benim resmim vardı ki birinde Hâkim Omina ‘Bizim Hâkim’ yazmışlardı, hayatımda çok az defa o yazıyı gördüğümdeki kadar mutlu oldum.

Kısa kısa…

  • Tam bir inek talebeydim. Bununla hep övündüm. Baktım çünkü hayvanlar arasında en az kavga eden -hatta etmeyen- buna mukabil her dakika sütüyle insanları besleyen; seksi bir gözle bakıldığında da güzel olan bir hayvan inek. Hiç şikâyet etmedim bundan.
  • 50 sene sonra karımla Kozluk’a gittim, 2005’te. O eski köy dört benzin istasyonlu bir kasabaya dönmüştü. Üç dört dükkânda duvarda benim resmim vardı ki birinde Hâkim Omina “Bizim Hâkim” yazmışlardı, hayatımda çok az defa o yazıyı gördüğümdeki kadar mutlu oldum.
  • Akbaba’da Halit Kıvanç ismiyle yazım çıktığında öyle mutlu oldum ki gelirken yolda gördüğüm her gazeteciden bir tane Akbaba aldım ve eşe dosta, gören tanıdıklara ‘Bak benim yazım çıktı’ diyerek dağıttım.
  • Yeni evlenmişim, çocuğum üç-beş yaşında. Gazeteden aldığımın üç misli para vereceklerini söylediler, altı ay çabuk geçer dediler. Gider misin gitmez misin derken kendimi İngiltere’de buldum. Görevde olduğum süre boyunca İngiltere’de tahsil gören Türk gençleriyle Türk-İngiliz dostluğunu pekiştirecek yayınlar yaptım.
  • Karşı takım benim taraftarı olduğum takıma çok güzel bir gol atmışsa benim spiker olarak görevim o golü atıldığı gibi, güzel şekilde anlatmaktır sadece. Yani işin özü, adam ya da kadın senden iyi oynamışsa, seni yenmişse alkışlayacaksın. Bu kadar basit.

İlk yazılarınızı yazdığınız Akbaba dergisini bugün hatırlayan pek kimse yok sanıyorum. Nedir mizah yazdığınız bu döneme ilişkin en net anınız?

Üniversite’de yazı yazıyorduk, daha sonradan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Yardımcısı olacak olan, Allah rahmet eylesin, Burhan Güngör’le birlikte. O hikâye gibi yazıyordu ben de abimden hep komiklikler dinlediğim için mizah yazıyordum. Yusuf Ziya Ortaç’ın Akbaba‘sına yazalım istedik, götürüp ortak imzalı yazılarımızı bıraktık. Bir hafta sonra yeniden ziyaret ettik kendisini ‘Siz ne biçim çocuklarsınız? Böyle bir yazıda iki imza olmaz. Herkes kendi yazısını yazacak’ dedi. Gittik tekrar yazdık, ayrı ayrı. Bu defa bize ‘Siz yazar olacaksınız, adam olacaksınız’ dedi. Akbaba’da Halit Kıvanç ismiyle yazım çıktığında Beyazıt’taki üniversiteden Fatih’teki eve yayan döndüm. Öyle mutlu oldum ki gelirken yolda gördüğüm her gazeteciden bir tane Akbaba aldım ve eşe dosta, gören tanıdıklara ‘Bak benim yazım çıktı’ diyerek dağıttım.

Peki, İngiltere’den dönüş kararını nasıl aldınız? Hayali gazeteci olmak olan biri, neden BBC’de çalışmaktan vazgeçer ki?

Ben gazetede çalışırken o dönem Türkiye’de olan İngiliz bir basın ataşesi vardı, gelir giderdi gazetelere. Ben de rahmetli annem sağ olsun zamanında komşulardan bir İngilizce kursu olduğunu duyup beni kaydettirdiği için İngilizce biliyordum. Ataşe bir gün gelip ‘BBC’de Türk seksiyonu yapmaya başladık’ dedi. Türkiye’den genç bir isim, bir süre oradaki yayını yürütmüş, ismi Orhan Boran. Orhan geri gelince onun yerine birini alalım diye arayıştalarmış. Yeni evlenmişim, çocuğum üç beş yaşında. Gazeteden aldığımın üç misli para vereceklerini söylediler, altı ay çabuk geçer dediler. Gider misin gitmez misin derken kendimi İngiltere’de buldum. Görevde olduğum süre boyunca İngiltere’de tahsil gören Türk gençleriyle Türk-İngiliz dostluğunu pekiştirecek yayınlar yaptım. Altı ay doldu, genel müdür muavini beni çağırdı ve beş senelik mukavele teklif etti. Reddettim, genel müdür çağırdı. ‘Mr. Kıvanç, BBC‘den teklif alıp reddeden ilk kişi olarak tarihe geçiyorsunuz. Neden?’ diye sordu. ‘Efendim karım çocuğum İstanbul’da. Üstelik Türkiye’de televizyon başlıyor. Ben Türkiye’de televizyondaki ilk isimlerden olmak istiyorum’ deyince adam ‘Size hak veriyorum’ dedi, cart diye yırttı mukaveleyi. Yolum tekrar Londra’ya düştüğünde BBC Turkish Section‘da program yapma sözünü vererek geri döndüm. Nitekim daha sonra üç kez, söz verdiğim gibi, yolum düştüğünde gidip orada program yaptım.

2014 Dünya Kupası geldi çattı. Sizin takip ettiğiniz, görev aldığınız kupaların hesabını tutmak zor. ‘Kupaların kupası’na dair en keyifli anınız hangisi?

Kendimi methetmek istemiyorum ama burada edeceğim. Benim kupa anım sadece benim değil, tüm dünyanın anısıdır. 1958’de dünya kupasına gittiğim zaman İsveç’e, otelde iki yanımdan birinde Corriera della Sport‘tan İtalyan bir gazeteci, diğerinde de Brezilya takımının teknik sorumlularından bir adam var. Tüm Brezilyalı futbolcuların başında 25-30 gazeteci varken fukara bir köylü çocuğu Edson Arantes do Nascimento yani Pele’nin yanında kimsecikler yok.

Brezilyalı bu teknik eleman bana ‘Bak kimse konuşmuyor deme, bu çocuk oyuna girerse yıldız olur’ dedi. Konuştuk. Corriera della Sport’taki meslektaşıma ‘Notlarımı seninle paylaşayım ister misin’ dedim. ‘Fotoğraf falan ister bizimkiler konuştuğuma kanıt olsun diye, aksi halde böyle gönderirsem beni kovarlar’ dedi. Turnuva başladı, üçüncü maçın sonunda herkes Pele‘nin etrafındaydı. Aynı İtalyan arkadaş bu defa ‘Halit sen bana yine de notlarını gönder, bizimkiler beni nasıl bu adamla konuşmazsın deyip kovacaklar yoksa’ dedi. Ertesi gün Corriera della Sport bir geldi, manşet. O arkadaşın imzasıyla ama, yazı benim yazı tabii. Sonra, nur içinde yatsın, Abdi İpekçi benim yazımı Milliyet’te de manşetten verdi ve dünyanın en büyük yıldızı ile ilk konuşan biziz diye. Sonradan meşhur oldu Pele, iki dünya kupası sonra görüşmek istedim. ‘Çok basın mensubu var, kusurumuza bakmayın’ deyip geri çevirdiler. Milliyet’ten Halit diyerek selamlarımı ilettim. Bir baktım, telefon geldi, Pele sizi basın toplantısına bekliyor dediler. O toplantıda da Pele ‘Kimse beni tanımazken Grande Amigo (Ağabey demek onlarca) benimle konuştu’ dedi.

Son günlerde Coca-Cola’nın çok sevilen bir reklam filmi ile sesinizi bir kez daha duyuyoruz. Nasıl gerçekleşti bu proje?

Bir dostun aracılığıyla sanıyorum. ‘Bunu konuşur musun?’ dediler ben de neden olmasın diyerek komik bir ücret karşılığında yaptım. Ne olduğunu da inanın bilmiyorum. Fenerbahçe için birkaç gün önce okudum; ‘Ver Lefter’e yaz deftere dediler; verdik Lefter’e ve yazdık deftere’ gibi bir şeydi. Hiçbir işi konuşurken parayı önemsemedim. İşle ilgili 10 şey sordumsa 11’inci oldu hep para.

Fenerbahçeliliğinizle tanınsanız da taraflı tarafsız herkes sizi çok seviyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?

Ben doktorum. Savaşta düşman yaralı olarak ele geçirilince doktor ne yapar? Önce o adamı iyileştirir. Adam iyileştikten sonra mahkemeye çıkıp da 500 sene hapse mahkûm olur; ona karışmam. Ben kavgayı sevmiyorum, insanların birbirlerini sevmesinden yanayım. Ben Galatasaray‘ın Beşiktaş‘ın yıldönümlerini, Galatasaraylı Beşiktaşlı futbolcuların jübilelerini sundum. Türk sporuna hizmet etmiş ve etmekte olan herkese saygı duyuyorum. Doktor nasıl mesleği gereği ayırt etmeden hastayı tedavi ediyorsa ben de anlatırken golü kim atmış olursa olsun en iyi şekilde anlatmakla mükellefim. Karşı takım benim taraftarı olduğum takıma çok güzel bir gol atmışsa benim spiker olarak görevim o golü atıldığı gibi, güzel şekilde anlatmaktır sadece. Yani işin özü, adam ya da kadın senden iyi oynamışsa, seni yenmişse alkışlayacaksın. Bu kadar basit.

Exit mobile version