Site icon MediaCat

Hayal gücüne giriş anahtarı

Hayal gücüne giriş anahtarı

Yazar Delal Arya ve İllüstratör Sedat Girgin beş kitaplık Pera Günlükleri serisinde metin ve çizginin pürüzsüzlüğünü gözler önüne seriyorlar. İkili metin ve çizginin uyumu nasıl yakaladığından bahsederken Girgin, “okumak – yazmak ve çizmekten” o üçüncü parçayı kopardığımızı söylüyor.

Sözcüklerin de çizgilerin de ayrı ayrı kendi dünyaları var ancak iş bu iki dünyayı birleştirmeye geldiğinde nasıl bir ortak paydada buluşuyorlar?

Delal Arya: Pera Günlükleri’ni yazarken kendimi bir dantel işliyormuşum gibi hayal ederdim. Bir desen kurmuştum kafamda ve onu, kullanabildiğim en ince tığla örüyordum. Kelimelerin de bir şekli vardır. O kelime ne kadar köklüyse o kadar belirgin bir görüntü kurar kafanızda. Bunu kitaba da yansıttım. Örneğin bir bölümde Rudabe geçmişe gittiğini ve orada başından geçenleri anlatıyor; Süleyman’ın haremine giriyor fakat öteki kızlardan ayrı bir yerde eğitiliyor. Orada ona yazı yazmayı öğretiyorlar, yazıyı ne kadar çok yazarsa o kadar güzel yazıyor ve sonunda yazdığı şeyler gerçek olmaya başlıyor. Yazdığı kelimeler bir desene dönüşüyor ve o desen kızın tüm varlığına işliyor. Sözcükler ve desenler veya sizin tanımınızla çizgiler bir sarmal aslında. Önemli olan o ikisinin birbirine ne kadar dolaşabildiği.

Sedat Girgin: Burada yayınevi editörünün de katkısı var. Sedat’ın dünyası ve Delal’in dünyası güzel bir birliktelik oluşturur diye düşünüyorlar. İlk toplantıda Delal’le buluştuk ve bana hikâyelerden bahsetti. Ben o dünyayı aslında biraz yaşadım; küçükken de az ama öz kitap okurdum. O dünyanın içerisine girip, o dünyayı biraz fazla yaşayan bir çocuktum ve Delal’in kitabında da biraz o yıllara döndüm. Dönem çizgilerini çok seviyorum, mesela kitapta Venedik’e gittikleri bir bölüm var; Venedik’in, İtalyan evlerinin çizgileri kendi tarzıma oldukça yakın. Benim hayal edip çizgime yansıtabildiğim dünyayla yazarın dünyasının uyuşması önemli. Delal’in aslında başka hikâyeleri de var ama Pera Günlükleri’nde anlattığı dünyayı ben kendi çizgimle gösterebildim.

Metin ve çizginin birbiriyle uyum halinde okura ulaşabilmesi için hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz?

DA: Ufak ayrıntılar ve güçlü mekânlar hakkında yazıyorum. Konuyu değil daha çok o konunun üstünde yükselen sahneyi öne çıkarıyorum. Bu yüzden görsel bir dil kullandığımı düşünüyorum. Yapabilsem belki her sahneyi ayrı ayrı çizip bir çizgi roman yazacağım. Ne yazık ki çizimim çok kuvvetli değil, o görevi kelimelere yüklüyorum.

En görsel kelimeleri seçiyorum yazarken. Çizer de bir kelimeyi tasvir edercesine ince ince resimlediğinde, o zaman bir uyum yakalanabiliyor. Bu açıdan çok şanslıyım. Sedat çizdiği kitapları, sahnelere küçücük deliklerden bakarak resimliyor. Onun için hep “anahtar deliğinden bakarak çizer” demişimdir. Hem kitaptaki gizemi içinde barındırıyor çizimleri hem de tüm gerekli ipuçlarını okuyucuya sunuyor.

Okurun hayal gücü ile kendi çizgilerinizin uyuşmayacağından endişelendiğinizi söylüyorsunuz Sedat Bey. Bunun önüne nasıl geçilebilir?

SG: Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi gibi yapımları bireyler, kendi hayal ettikleriyle uymadıkları için çok eleştirmişlerdi mesela, çizer için de aynı risk var. Okur ilk bölümü okuyor ve eğer kitabı önceden karıştırmadıysa bambaşka bir dünya canlanıyor gözünde ve orada her şeyi çizgiye aktarıp çizgiyle gösterirsen bir süre sonra “benim hayal ettiğim bu değildi” düşüncesiyle çizime yabancılaşabiliyor. Delal’in yazdığı gibi atmosferi yoğun kitaplarda bütün her şeyi çizmek, hayal gücünü sınırlandırıyor. Sen aslında hayal dünyasına bir giriş anahtarı veriyorsun. Mesela bir kafede kavga sahnesi anlatıyor yazar ve sen orada bacağı kırılmış ters dönmüş bir sandalye çizerek o sahneyi görselleştirebilirsin. Oradan birkaç detayla bir giriş anahtarı verebilirsin.

Ancak bu kolaycılık mı, yoksa tercih mi ona çizer karar vermeli. Ben tercihen böyle bir şey yapıyorum. Çünkü o kavga sahnesindeki tüm detayları çizsem hayal gücünü köreltecek bir durum oluşturabileceğini düşünüyorum. Orada bir dünya yaratıyorsun; yazar sana bir tasvirde bulunuyor ama oradaki dünyada duvarın üzerindeki çiçek bile senin hayal gücünde. Beyinde öyle bir dünyanın oluşması çok daha keyifli. Örneğin Pera Günlükleri’nde de kitapların kapağında karakterleri hep arkadan görüyoruz. Bunu yüzleri okura bir şeyi çağrıştırmasın, hayalindeki tipin dışında bir şey olmasın diye özellikle tercih ettik.

Hayal etmenin “yetişkin olmamakla” ilintilendirilerek, olumsuz bir unsur gibi lanse edilmesiyle toplumda sıklıkla karşılaşıyoruz. Yetişkinlerde hayal gücünün perçinlenmesi nasıl mümkün?

SG: Hayal kurmak boş iştir algısı çok kötü ancak hayal gücünü paraya dönüştürdüğünde saygı görüyorsun o çok kötü bir şey. Sanırım o körleştirme kısmı hayal gücünün maddi bir değeri olmamasından kaynaklanıyor olabilir. Belli bir yaşa gelindiğinde kendini gençliğinde hayal ettiğin dünyanın çok dışında bulabiliyor bireyler diye düşünüyorum. Hayal kurmanın, çocuksu olması, bir getirisi olmaması, işime bir katkısı olmaması düşüncesiyle bu daha çocukça bir şeymiş gibi algılanıyor. Orada bir kırılma noktası var. Yetişkinlikten kastım tabii ki iş dünyasına biraz mahkûm olmuş yetişkinlik burada.

Mesela saatlerce bir köprünün üstünde balık tutmak için bekleyen o balıkçılara hep şaşarım. O balıkçı bundan keyif alıyor, belki de uzağa bakıp dinleniyor, kendi dünyasını buluyor. Aslında bu beni çok mutlu ediyor, insanların böyle kendini bulması bence en önemli nokta. Nasıl bir işte çalıştığın ya da ne kadar para kazandığın değil, asıl olan kendinin mutlu olacağı alanlar keşfetmek. O keşifle birlikte zaten kendi içine de dönüyorsun.

Sedat Bey çizgi okumayı bilmeyen bir nesil olduğunu söylüyor ve ona göre çizgi okumayı öğrenmek çok büyük bir gereklilik. Sizce bireylerin gelişimleri için çizgi okumak nasıl bir önem teşkil ediyor?

DA: Kesinlikle doğru söylüyor. Benim anladığım kadarıyla çizgilerin bir deseni var ve kendi başlarına bir hikâye anlatabilirler. Pera Günlükleri’ndeki fosiller gibi, bir güçleri var. Önemli olan onları okumayı bilmek. Harfler yokken insanlar çizgilerle yazı yazıyorlardı. Sonra o çizgiler resimlere, hiyerogliflere dönüştü, ardından harfler geldi. Çizgiler ve desenler adına hayal gücü denilen bir sonsuzluğun parçası. Çizgi okumak için çok iyi çizmek gerekmez, o çizgilerin sizde uyandırdıkları duyguları görmek lazım. Nasıl bakacağını bilmek lazım. Sedat çizgilerini bir anahtar gibi kullanabiliyor. Galiba bu konuda ne kadar iyiyseniz hayal gücünün kapılarını o kadar kolay açabiliyorsunuz. Kendim için konuşmam gerekirse ben Tenten ve Asteriks’le büyüdüm. Çizgi romanları kitaplardan çok severdim. Çizgi romanlar çizgilere bakma disiplinini öğretiyor. Ondan sonra kelimeler bu görevi devralıyor.

SG: Çizmek her zaman içimizde var, bir hikâye anlatmak için çizmek en doğal dürtü. İki yuvarlak üzerine kare çizersen araba oluyor, çocuklar bunu keşfediyorlar. Yetişkinler çizmenin büyük bir yetenek olduğunu düşünüyorlar hep, görsel görünce görselin ahengine ya da estetiğine değil, nasıl bir mesaj verdiğine bakıyorlar. Çizgi sonsuz bir anlama biçimi sağlar bize. Çizgi değeri ve çizgi kalitesine bakma kısmı bizde körelmiş çünkü “okumak-yazmak ve çizmek”ten o üçüncü parçayı koparmışız ve çizgi bizim için yalnızca bakınca hızlıca algılanan bir şey olarak kalakalmış.

Keskin kurgulu cinayet romanlarının bile derinliklerinde bir yerlerde aslında çocuk masallarıyla benzerlikler yattığını söylüyorsunuz. Nasıl benzerlikler keşfettiniz şimdiye kadar?

DA: Kötü cadılar, karanlık ormanlar, bataklıklar karların arasında saklı uzak yerler. Bunlar çocuk masallarının topraklarıdır. Cinayet romanları onlarla aynı toprakları paylaşır. Tekinsiz, yaşadığımız dünyanın ardında var olan ve hiç tahmin edemediğimiz yerler. Sanki bir ritüel vardır ortada ve katil kurbanını en ilkel şekillerde öldürür. Masallarda var olan kötülük, insanoğlunun en dibinde yatan karanlık bir yerden yükselir. O yeri kapatırız çoğunlukla, üzerini örteriz ki bir daha hortlamasın. Ama biz onun üzerini örttükçe o kadar da kararır, tıpkı ormanın derinliklerinde yaşayan cadı gibi giderek kötüleşir ve bir süre sonra çocukları yemeden yaşayamaz olur.

Her detayını sizin oluşturduğunuz yepyeni bir dünya tasarlıyorsunuz. Aslında hayal gücünüzün en derinine kadar inebilme şansınız var ancak her işin de belirli bir ekseni var, dolayısıyla bazı sınırların olduğunu düşünüyorum. Bu dünyayı yaratırken nasıl sınırlar çıkıyor karşınıza?

DA: O dünyayı en ince ayrıntısına kadar yaratıyorum aslında. O dünya uzun bir yaşamsa, kitap onun sadece bir günü. Bu yüzden o bir günü çok iyi tasarlamalısınız. Düşünün o gün hayatınızın en büyük günü olacak çünkü. Kitap da böyle bir şey. O kelimeler o anlatı içinde tüm yaşama dair ayrıntılar taşımalı ama bir yandan da o kadar hafif olmalı ki aksın.

Benim kendime çizdiğim sınırın bir haritası oluyor genelde. Ben kitap yazmanın mimari eserler yaratmaya benzediğini düşünüyorum. Sınır da o mimari eserin duvarları veya belki bahçesine kadar taşıyor. İçinde yürüdüğünüz bir ev, çarpıp düşürdüğünüz bir vazo, kırılma sesi, açılan bir pencere, odalar, güneşli odalar, kepenkleri kapatılmış karanlık odalar. O binada bir ömür geçmiş, belki yüzlerce ömür. Ama sizin sadece bir gününüz var. Bakalım içeriyi keşfedip tüm gizemi aydınlatabilecek misiniz? İşte ben hep bu soruyu soruyorum kendime ve kitabı yazarken bu soruya cevap veriyorum.

SG: Ben biraz şanslı çizerlerdenim, kendi üslubumu bulmuş ve kendi üslubum dışında çok çalışmayan bir çizerim, bu benim için büyük bir lüks. Bugüne kadar çok sıkı çalışmış olmamın sebebi de karşıdaki insanlara benim çizgimle bir şeyleri anlatmanın mümkün olduğunu ikna edici bir şekilde göstermek.

Benim etrafımdaki sınırı kaldıran şeyler biraz da insanların cesaretleri oldu. Özellikle Can Yayınları’ndan bana ilk kitap yapma teklifi gelince, yayınevi bilindik olduğu için diğer yayınevleri de bunun olabileceğini gördüler. Benim küçüklüğüme denk gelen dönemlerde çocuk kitapları hep yuvarlak hatlı, daha neşeli tipler oluyordu ama aslında sürekli öyle şeyler görmek iyi değil çocuk için, farklı baharatlı yemekleri de tatmak güzel bir şey. Kitaplarda dişleri yamuk, pasaklı, deforme olmuş karakterler de var ve olması da lazım. Sürekli güneşli, çiçekli bir dünya sunmak gerçekçi değil.

Exit mobile version