Site icon MediaCat

“Sahneye çıktığımda kral gibi hissedebiliyorum”

"Sahneye çıktığımda kral gibi hissedebiliyorum"

Toplumların gelişimi için siyasetçiler vaatler verirken, sanatçılar toplumun sesi olabiliyor. Her sanatçı elbette böyle bir sorumluluğu almak zorunda değil fakat bu sorumluluğu alabilen sanatçıların bu cesareti sayesinde toplumlarda medeniyet gelişiminin sağlanabildiğini düşünüyorum.

Aynı anda hem müzik hem mimarlık kariyerinde başarısıyla yıldızlaşan; toplumsal sorunları umutla harmanlayarak yıllardır hepimizin eşlik ettiği şarkılar yaratan bir rock yıldızı, Nejat Yavaşoğulları ile buluştuk.

Sanat, dolayısıyla müzik temelde sürekli cesaret işi midir?

Esasında her mesleğin kendi içinde cesaretli olmayı gerektiren bir tarafı muhakkak vardır. Birazcık da ne yapabileceğini hisseden bir insan belki de bu cesarete daha çok ihtiyaç duyuyor ve sahip oluyor veya gözü biraz kör oluyor. Herkes onun için “çok cesur” tanımı yapabiliyor ama buradaki asıl noktanın yapma isteği olduğunu düşünüyorum.

Kafanda başkalarına tarif edemeyeceğin bir şey yapma isteğin oluyor, gözünde canlandırıyorsun bunu ve onun için önüne çıkan engelleri aşmak, olumsuz bir anda ya da umutsuz bir dönemde o motivasyonu yitirmemek, başkaları tarafından cesaret olarak adlandırılıyor olabilir. Başkalarını cesur sıfatıyla tanımlayan kişiler belki kendi cesaretlerini göremiyor veya korkuyor olabilirler. Tabii sadece kendi yaşantımdan yola çıkarak bu sonuca varıyorum.

Bu kadar uzun zamanda onlarca başarının yanında majör değişiklikleri barındıran bir toprak bütününde yaşıyorsunuz; değişimler ve yaşananlar bir yana, siz motivasyonuzu bunca zaman nasıl koruyabildiniz?

Bir işe başlamışken o işi bitirmek benim için her zaman önemli. Mesela son dönemlerde uğraştığım Şeyh Bedrettin Destanı var, ne olursa olsun uğraşmaktan vazgeçmedim. Belki, sonuçta çıkacak olan şeyi hayal ediyorum. O motivasyonun bende olduğunu biliyorum. Mesela müziğe beraber başladığım arkadaşlarımdan biri yıllar sonra bana “amma sabırlı adammışsın” demişti.

Mimarlık kariyeriniz olmasaydı yani mimarlık mesleğinizin hayatınıza maddi ve manevi desteği olmamış olsaydı sizce müzik kariyeriniz aynı şekilde ilerler miydi?

Bu soruyu kendime çok defa sormuşumdur. İnsanın yaşadığı çevre, gördüğü şeyler, gittiği okul hayatında önemli bir etki yaratıyor, birikimler bu sayede sağlanıyor. Mimarlık okumak için güzel sanatlar akademisine girmek istemiştim, sırf bu yüzden başka yerlerin sınavına bile girmedim. Aileme ben çocukken sorulduğunda “benim oğlum büyüyecek, okuyacak, doktor olacak, mühendis olarak” derlerdi. Haydarpaşa Lisesi’nde okurken hepimiz hiç düşünmeden fen bölümünü seçmiştik. Fakat bana bu seçimin sonucu biraz kuru geliyordu. Çok ilgimi çekmiyordu ailemin okumamı istediği bölümler. Sonra bir akrabamın mimarlık çizimlerini gördüm. O an teknikle el becerisinin ve dolayısıyla sanatın buluştuğunu düşündüm. Karar vermemi sağlayan şey buydu. Güzel sanatlar akademisinin öğrencilerinin tipleri de renkliydi. Sonuç olarak bu kararla okula başladım.

Sanat disiplinleri içinde mimarlığı seçmiş olsam da birçok arkadaşım heykel, resim bölümündeydi ve şu an onlar da günümüzde çok tanınan sanatçılar oldular. Hatta belki onlar da benim için aynısı söylüyorlardır. Okulu da iyi dereceyle bitirince aileme olan sorumluluğumu da yerine getirmiş olmanın rahatlığıyla, artık kendi istediğim şeyleri yapmak istedim.

Mezun olduğumda ikilem içindeydim; müzik yapıyordum ve bazı arkadaşlarım sahnede olmam gerektiğini düşünüyordu. Bazılarıysa iyi bir mimar olduğumu düşünüp “bırak bu işleri” diyordu. Ama ben bırakamadım… Okul bitince askere gittim ve orada düşünme fırsatım oldu. Müziği bırakırsam büyük bir eksiklik hissedecektim kendimde, sıradan biri olacaktım. Kendime bir düzen kurdum, gündüz mimarlık yapıp geceleri müzikle ilgilenebileceğimi düşündüm ve ilginçtir ki iddialı bir şekilde mimarlık yaptım, iddialı bir şekilde müzikte bulundum.

Gönlüm esas olarak müzikte ama neden mimarlığı bırakmadım diye kendime sorunca şunu görüyorum; hayatımda mimarlık olmasaydı, müzikten geçimimi sağlamak için tanınmadığım dönemlerde, herhangi bir müzisyenin yaptığı gibi kuytu köşe yerlerde müzik yapacaktım, ancak üç beş kuruş para kazanabilecektim. Gece geç yatacaktım, sabah geç kalkacaktım falan. Parasız kalmak istemedim, korktum da diyebilirim. Korku dediğim şey ise biraz daha verimli yaşamak isteğiydi, artık öğrenci değildim. Bir yerden bir yere giderken kaçan vapurun, bekleten otobüsün derdine düşmek istemedim, rahatlıkla bir taksi tutabilmeliydim. Bu standardımı düşürmemek için iki işe devam ettim.

Dönüp baktığımda bazen ben de kendime soruyorum bu soruyu. Mimarlıktan vazgeçip sadece müzikle devam etseydim illa bir sefillik dönemi yaşayacaktım ama belki daha çok beste yapacaktım, belki yurtdışında tanınacaktım, bilemiyorum. Mimarlığı seviyorum, çizmekle bitmiyor, çünkü çılgınca bir uğraş.

The Beatles’ın She Loves You isimli şarkısını ilk duyduğunuzda müzik yapmaya karar verdiğinizi biliyorum, o şarkıyı şu anda dinleseniz aynı heyecanı hisseder misiniz?

Ben küçükken dedem ve iki dayımla aynı evde yaşıyorduk. Dayılarımdan biri banka memuruydu ama çok güzel resim yapardı, müzikle de ilgiliydi. Anlaşabildiğimiz için aynı odada kalıyorduk onunla, her gece uyumadan önce radyoda TRT müzik programı dinliyorduk. Dayımın dinlediği şarkılar benim ilgimi çekmiyordu. 12 yaşlarındaydım, Sezen Cumhur Önal kendi programında İngiltere’yi kasıp kavuran bir şarkı çalacağını söyleyip bu şarkıyı çaldı. Vokalleri, gitarları duyunca müzik budur dedim. Hâlâ da böyle hissediyorum.

Müziğiniz eleştirmenler tarafından protest müzik kategorisinde değerlendiriliyor, sizce müziğiniz protest mi?

Biz müziği yaparız, eleştirmenler kategorize eder. Kendi açılarından haklı olabilirler de, müziğimiz protest öğeler de taşıyor olabilir ama ben müziğimi, bestelerimi protest olsun diye yapmıyorum.

Mesela Acil Demokrasi isimli şarkımı, bir sabah kalktım ve halimizi düşünüp yazdım. Olan bitene sinirlendiğim için, benim de ihtiyacım olduğu için yazdım. Protest müzik olsun diye yazmadım.

1989’da “Uçtu Uçtu” albümünüzdeki bir şarkı bandrol kurulu tarafından, 2015’teyse PowerTurk müzik kanalı tarafından klibinizde “savaşa hayır” yazılı gitarınız sansürlenmişti. Şu an bu kararlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

O zamanlar denetleme kurulları vardı şimdi de oto-denetleme var. Hep kontrol ve baskı altında olmamızı istiyor bu devlet denetleme kurumları. Şimdiki denetlemeler daha sinsi ve daha tahrip edici. Bugünlerde Bulutsuzluk Özlemi şarkılarını rahat rahat çalabilecek hiçbir televizyon kanalı yok, bu da benim hoşuma gidiyor. Çalmıyorlarsa çalmıyorlar, kendileri bilir.

Bazen kendi kendime “Ben İngiltere’de yaşıyor olsaydım şu an teliflerden 200 milyon dolar kazanmıştım” diyorum. Yerel olarak müzik yapıyor olsak da Bulutsuzluk Özlemi hitleri dünya ölçütünde hit şarkılar sayılabilir çünkü. Bir de şimdi dönüp bakarsak 1989’da Acil Demokrasi şarkımızı hazırladık, hâlâ bu şarkı isteniyor çünkü hâlâ ihtiyacımız olan şey bu. Bu beni üzüyor aslında, şarkıyı hazırlarken 3-5 seneye ülkeye demokrasi gelir ve şarkının ömrü dolar diye düşünüyorduk.

Şarkılarınızın birçoğuna marş gibi herkes eşlik ediyor, bunun sırrı varsa söylemezsiniz eminim ama merak ediyorum, yalnızca içinizden geleni yaptığınız için mi yoksa stratejik pazarlama ya da müzikal formüller kullandınız mı?

İçimden gelen sese kulak verdim, bu ilk madde. Bu tür müziğin dünyadaki temsilcileriyle de yakın bir müzik ilişkisi içinde oldum. Onlarla birebir tanışmaktan değil de başka bir şeyden bahsediyorum; müzikleri dinledim, bütün müzik akımlarında yapılanları ve yapılmamış olanları inceledim. Bu da ikinci madde. Sonrasında ise bir şarkı üretirken ne kadar beğenilir diye düşünmedim hiç, kendi isteklerimi takip ettim. Piyasaya uygun hareket edersem kendimi verimli kılamam çünkü.

Altına imzamı attığım hiçbir şeyi kendi isteğim ve içimden gelen ses dışında yapmadım. Dolayısıyla, toplumumuzda bir karşılık buldu. Zaten bizim gibi adamlar çıkıp bu tür işler yapmayı istiyorlarsa, sosyolojik olarak bu şarkıları dinlemek isteyecek insanlar var demektir.

Günümüz gündemini yorumlayan yeni şarkılar hazırlama isteğiniz oluyor mu? Eğer oluyorsa, eskisi gibi özgür ve cesur mu hissediyorsunuz yoksa sizi durduran düşünceler oluşuyor mu?

Eskisi gibi atak mısın demek istedin herhalde! Son dönemlerim Şeyh Bedrettin projesi üzerine özenle çalışmakla geçiyor, yüksek kalitede sonuç almaya çalışıyorum. Dolayısıyla eforumu bu proje üzerine harcıyorum. Yeni şarkılar için grup çalışması da gerekeceğinden, bir yandan mimarlık uğraşım ve hatta Mimarlık Vakfı Başkanı seçildiğim için yeterli vakit bulamıyorum. Önce elimdeki projeyi hakkıyla tamamladıktan sonra birbirini tekrarlamasını istemediğim çalışmalar yapabilirim. Zaten içime doğar ve o fikir gelirse engel olmam.

Bir de her gün başka bir olay oluyor, her olan bitene yeni şarkı yazmak ne kadar doğru olur bilemiyorum ama zaten eski şarkılarım bugün hâlâ gündemi yorumlayabilecek kadar güncel.

Şarkı sözlerinizde bir ütopyadan bahsediyorsunuz.

İnsanların ütopyaları her zaman vardır. Ben de oradan oraya sürüklenen biri olmak istemedim, başka türlü bir dünya mümkün dedim her zaman.

Son olarak, hâlâ ne olursa olsun yaşamaya mecbur muyuz?

Umut, her zaman doğal bir duygu. Bu toplumu da ne kadar şikâyetimiz olursa olsun küçümsemiyorum, eninde sonunda yüksek sağduyuya sahip bir toplum olduğunu düşünüyorum. Bizim daha erken farkına vardığımız sıkıntıların, kitleler daha geç farkına varıyor. Toplumların gelişimi için önde giden ögelerinin olması gerekiyor, bizler gibi.

Exit mobile version