Milyarderler… Homo economicus’un bu yüksek yerlerdeki üyelerini nasıl bilirsiniz; iyi mi kötü mü? Soru, demode bir erdem anlayışına yaslanır gibi dursa da BBC Sounds’un epey rağbet gören güncel yayınlarından birinin teması. Her bölümünde farklı bir milyarderin “yargılandığı” Good Bad Billionaire’e göre, Jeff Bezos kötü bir milyarder. Mark Zuckerberg de öyle. Rihanna ve Oprah Winfrey ise iyi milyarderler arasında. Bu dava sürecinde bir milyarderi iyi ya da kötü yapansa yalnızca iş becerisi değil, diğerkâmlığı, ardında bıraktığı miras ve sahip olduğu ekonomik gücü siyasal güce çevirip çevirmediği.
Zenginleri konumlandırmak
Milyarderler etrafında şekillenen söylemler ya da milyarderlerin toplum içindeki konum ya da rollerinin ne olduğu, hiçbir zaman bu programda sunulduğu kadar siyah ve beyaz olamamıştır herhalde. Örneğin bankerlerin tarih sahnesine çıktığı Rönesans arifesindeki Avrupa’da, yöneticiler sınıfı finansla gelen servetin doğal olmadığını düşünürdü. Ancak savaşların finansmanı ya da kilisenin borçlarının yönetilmesi için başvurdukları ilk adres de bu yeni zenginler olurdu. 20’nci yüzyılın milyarderleri toplumsal eşitsizlikler hakkında konuşmaktan çekinirdi. 21’inci yüzyılın zenginleriyse rekabeti dünyanın tüm sorunlarını çözme ihtirasıyla hayırseverlik alanına taşıyor.
Forbes’un 2024 verilerine göre gezegenimiz, servetlerinin toplam büyüklüğü 14,2 trilyon doları bulan 2 bin 781 milyarderi ağırlıyor. Kulübe geçtiğimiz yıldan bu yana 141 yeni kişi eklendi. Bir diğer bilgi de elitlerin Dünya Ekonomik Forumu’nda buluştuğu tarihlerde yoksulluk verilerini açıklamayı geleneksel bir tutuma dönüştüren Oxfam’dan: Bu yıl Inequality Inc. adını alan rapora göre, dünyanın en zengin beş milyarderi 2020 yılından bu yana servetlerini ikiye katlarken, 5 milyar insan daha da yoksullaştı. Öngörülere göre tarihin ilk trilyoneri 10 yıl içinde meydana çıkacak, global yoksulluğun tarihe karışmasıysa 229 yılı bulacak. Kapitalizmden yüzyıllar önce nasıl buyurulmuştu Matta İncili’nde? “Sahip olanlara daha fazlası verilecek ve bereket sahibi olacaklar; ama hiçbir şeyi olmayanların ise sahip oldukları bile alınacak…” (Bu ayet, 1960’lı yıllarda “Matta etkisi” olarak sosyoloji literatürüne geçti).
Amerikan rüyası alın terini ödüllendirir
Milyarderlere yönelik biz fanilerin algısına gelince… 2021 yılında Ohio State ve Cornell Üniversitelerinin yayımladığı ortak bir araştırmaya göre, görüş ve tutumlarımız değişken. Milyarderleri münferit bir şekilde düşündüğümüzde, bu büyük servetlerin ardında bireysel yeteneği, girişimcilik ruhunu ve liyakati görüyoruz. Milyarderleri bir sınıf ya da yüzde 1’lik bir kitle olarak düşündüğümüzde ise bu ekonomik gücü şansa, imtiyaza ya da zenginlerin lehine işleyen bir toplumsal tasarıma bağlama eğiliminde oluyoruz. Araştırmaya katılan 2 bin 800 kişi için CEO’ların ya da üst düzey yöneticilerin 1995 yılında ortalama bir çalışandan 48 kat fazla kazanırken, 2021 yılında 372 kat fazla kazanması bir problem. Ancak spesifik bir şirketin (araştırmada Phoenix menşeli elektronik şirketi Avnet gösteriliyor) CEO’su örnek verildiğinde, şirket liderinin daha fazla ücret almayı hak ettiği düşüncesi öne çıkıyor. Benzer durum, zenginlerin daha fazla vergi ödemesine yönelik destekte de kendini gösteriyor. Araştırmaya katılanlar milyarderlerin avantaj sahibi bir grup olarak yüksek vergi ödemeleri gerektiğine inanırken, bu destek bireysel milyarderler -sözgelimi Elon Musk ya da Bill Gates- sözkonusu olduğunda azalıyor. Medyanın tercih ettiği tasvir stratejileri de algıları etkiliyor. Katılımcılar birden fazla milyarderin kapak görselini süslediği bir Forbes yayını karşısında sinirli görüşler öne sürerken, kapakta yalnızca bir milyarderin bulunduğu görseller karşısında sıkı çalışma ve marifet odaklı yorumlar yapıyorlar.
Bu araştırmayı göz önünde bulundurarak, Temmuz 2020’de ABD meclisinde gerçekleşen ve Amazon, Apple, Alphabet ile Meta CEO’ları Jeff Bezos, Tim Cook, Sundar Pichai ile Mark Zuckerberg’in katıldığı duruşmalarda öne sürülen mesaj çerçevelerini hatırlamakta fayda var. Adil rekabeti ihlal eden iş modelleri ve tüketici verilerine yönelik şaibeli stratejilerini tartışmak üzere jüri karşısına çıkan liderlerin her biri, söze “bireysel” hikâyelerini anlatarak başlamıştı. Başarılarının ardında Amerikan rüyası bulunuyordu. Yani hayallerinin peşinden giden, alın teri döken ve insanların hayatına değer katan ürün ve hizmetler geliştiren bireyleri -hiç kimseyi dışarıda bırakmadan- ödüllendiren demokratik ve kapsayıcı bir sistem.
Para harcama sanatı
Tamircilik yapan Fred Dudley, bir gün yüklü bir mirasa konduğunu öğrenir. İşi bırakır, kendisine uşak tutar, bir tren kiralar ve doğruca New York’un yolunu tutar. Sefahat içinde geçen tek bir günün ardından sıfırı tüketir ve eski patronundan işini geri istemek zorunda kalır. 1912 tarihli sessiz film Bir Günlük Milyoner, milyarderlerin “sıradan” insanlardan tek farkının çok para sahipliği olmadığının yerinde bir örneği. Dünyanın yüzde 99’u için tüketim, gelirin hatırı sayılır bir kısmının dayanıklı olmayan metalara aktarılması (kira, gıda, tatil, kıyafet vs), arta kalanların da tasarruf olarak saklanması anlamına gelirken; yüzde 1’ler kulübü için tüketim, özellikle lüks tüketim formunu aldığında oldukça farklı seyrediyor (günlük kazancı yaklaşık 10 milyon doları bulan bir milyarder için gündelik ihtiyaçların hatta savurgan yaşam tarzlarının maliyeti bir tüketim kalemi olarak anlamsızlaşıyor olsa gerek). Bu farklı seyretme hali serveti harcandıkça biriken bir varlığa dönüştürüyor. Sanat yapıtı, mücevher, gayrimenkul, ıssız ada ya da futbol kulübü… Satın alınan her ne olursa olsun, tüketim değil, yatırım ve birikim kategorisine giriyor. Peki, 21’inci yüzyılda hayırseverliğin evrildiği formları da bir çeşit yatırım modeli olarak düşünebilir miyiz?
UBS’in Avrupa, Ortadoğu, ABD, Singapur ve Hong Kong’tan milyarder müşterileriyle yapılan anketlerden oluşan Billionaire Ambitions 2023 raporuna göre, birinci kuşak servet sahiplerinin yüzde 68’i için öncelikli amaç hayırseverlik faaliyetlerini sürdürmek ve dünyada/toplumda kalıcı bir miras bırakmak. Aynı amaç, ikinci kuşak servet sahiplerinde, yani serveti miras olarak edinenlerde yüzde 32’ye düşüyor. Bununla beraber kısa ömürlerinin çoğunu pandemi, savaşlar ve çevre krizlerine tanık olarak geçiren genç mirasçılar için hayırseverlik göz ardı edilen bir pratik değil. Aksine, aile servetinin yükseldiği işi istikrarsız bir dünya düzenine dirençli hale getirerek, ekonomik faaliyeti etki yatırımcılığıyla buluşturan modeller geliştirme arzusu yön veriyor genç kuşağın vizyonuna. Eski kodamanlar iyi amaçlar uğruna çek yazmakla yetinirdi, yenileri dünyayı değiştirerek kazanmayı tercih ediyor. Bill Gates’in rol model olduğu bu topluluk için hayırseverlik, tıpkı bir iş stratejisi gibi, hedefleri ve performans metrikleri olan bir faaliyet.
Davanın dönüşümü
Bazı milyarderleri hikâyenin kötü kahramanı olarak benimsemek kolaydır, kadınları ve göçmenleri aşağılayan Donald Trump gibi. Servetlerinin hatırı sayılır bölümünü toplumsal sorunların çözümü için seferber eden milyarderleri nefret objesine dönüştürmekse zordur, Bill Gates gibi. 2000 yılında kurduğu Bill ve Melinda Gates Vakfı’nın hayırseverlik faaliyetleri sonucunda -batı medyasının tabiriyle- “zalim teknokrattan aziz kurtarıcıya” dönüşen biridir Gates. Öyle ki, Dünya Sağlık Örgütü’nün 2020-2021 bütçesine en çok katkı yapan bağışçılar arasında, ABD de dahil olmak üzere birçok devleti geride bırakarak ikincilik sırasına yükselen Gates Vakfı olmuştu.
Açık Toplum Vakfı (George Soros), Clinton Foundation (Bill Clinton), Bezos Earth Fund (Jeff Bezos), Giving Pledge (Warren Buffett ve Bill Gates), Chan Zuckerberg Initiative (Mark ve Chan Zuckerberg), Bloomberg Philanthropies (Mike Bloomberg)… Her biri sağlık, gıda, eğitim, demokrasi ya da iklim sorunlarının çözümü için milyarlarca dolarlık bütçeleri bir araya getiren kuruluşlar. Bu sorunların çözümü için önemli katkılar sundukları da tartışılmaz. Bir başka deyişle, vaatlerini yerine getiriyor ve dünyayı değiştiriyorlar. Ancak sorun, sahip oldukları sosyal, ekonomik ve medyatik gücü, dünyanın nasıl değişmesi gerektiğine yönelik vizyonun, hayal gücünün, gündemin ve önceliklerin belirleyicisi konumuna taşımaları. Bu karar sizce de milyarderlerden ziyade kamunun, yani yüzde 1’den ziyade yüzde 99’un ya da yüzde 99 tarafından seçilmiş kişilerin sorumluluğunda değil midir? Dünyayı değiştirmek ve sosyal aktivizm bugün “kazan-kazan formülü”ne uyumlu hale getiriliyor. Ancak dünyayı değiştirecek yapısal dönüşüm için, yeterince kazanmış olanların daha fazla nasıl kazanabileceğini tartışmak değil, kazançlarının nasıl azaltılacağını düşünmek de meşru bir alternatif olabilirdi.