Zamanın başlangıcından bu yana dünyayı, tarihi şekillendiren güzellik kavramının dönemlere göre nasıl algılandığını MediaCat’in yeni yıl sayısının kapağında işleyelim dedik. Kimi zaman kıyafetlerin kimi zaman saçların kimi zaman ten renginin kimi zaman da bedenin öne çıktığı uçsuz bucaksız bir güzellik tarihinin içinde kaybolduk.
Yılın Reklam Yıldızı seçtiğimiz, Pantene’de kadının doğal güzelliğini muhteşem biçimde yansıtan Bergüzar Korel’le Antik Yunan’dan Mısır’a, Victoria dönemi İngilteresi’nden geyşaya ve son yüzyılda güzelliğin ön planda olduğu iki döneme, 20’ler ve 50’lere uzandığımız bir çekim gerçekleştirdik. Son olarak da günümüzün yükselen değeri “doğallık”a değindik elbette. Aynı kadının bambaşka şekillerde güzelliğini nasıl yansıttığını görmek isteyenler için, güzelliğin evrimini Bergüzar Korel canlandırdı, Mehmet Turgut fotoğrafladı.
Tabii Bergüzar Korel’i bulmuşken birkaç soru da sormadan olmazdı. İşte çekim esnasındaki sohbetimizden kalanlar…
Güzellik algısının evrimini işleyen bir çekimdeyiz. Kadına hakkını verdiğini, onun en güzel halini yansıttığını düşündüğünüz dönem hangisi?
Aslına bakarsanız kadın her dönem aynı kadın. Sadece kılıf farklı. Ve elbette koşullar… Tarih boyunca estetik kaygısı aşılanan, görevler dayatılan ve sıfatlar yakıştırılan kadını bunlardan arındırdığınızı hayal edin. Ona, denize ya da gökyüzüne bakar gibi baksak belki o eşsiz güzelliğinin farkına varır kadın. İşte o zaman özgürleşir belki ruhu. Ve özgür bir ruhun güzelliğini ne koşullar ne de insanlar gölgeleyebilir.
Güzellik denince benim aklıma ilk gelen içten bir gülümseme ve samimiyet. Gözlerinin içi gülen, özgüvenli ve samimi bir kadının hayatta başaramayacağı bir şeyi olmadığını düşünüyorum.
Birçok kadın için kabus olabiliyor güzellik. Anoreksiya, bulimia, depresyon, estetik bağımlılığı gibi birçok sorunla karşı karşıya kalabiliyoruz. Nofilter akımı hayatın her alanına nüfuz etmiş ve son yıllarda kadınları bir parça rahatlatmış durumda. Sizce güzelliğin bir mesele haline gelmemesi için neler yapılmalı?
Sosyal medyada artık hiç zaman geçirmiyorum ama kullandığım dönemde nofilter hashtag’inin bile doğallığın çok dışında olduğunu düşünüyordum. Orada yine bir kendini gösterme ve bilgi verme çabası var gibi… Doğalsan zaten doğal görüneyim gibi bir derdin olmaz ya da bunu enformasyon olarak vermezsin bence. O yüzden güzellik konusunda henüz kendini bulamamış bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum.
Herkesin birbirine benzediği modanın bile geçmişten feyz alabildiği yıllar 2000’ler. Güzelliğin mesele haline gelmemesi bence daha özgüvenli bir kadın olmaktan geçiyor. Sanırım kendinin farkında olmak, kendine güvenmek, tüm hataların ve doğrularınla kendini olduğun gibi sevmek güzelliği mesele haline getirmekten uzaklaştırabilir bizi.
Bu noktada özellikle kadına yönelik ürünler üreten markaların bazıları sorumluluk almaya ve kadına özgüvenini geri kazandırmak için adımlar atmaya başladı. Markaların ürün satmaktan öte, birilerinin hayatını değiştirme, bir şeyleri iyileştirme odaklı kampanyaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce gerçekten bir şeyleri değiştirmeyi başarıyorlar mı?
Bence marka yönetimi olarak çok daha ileriye dönük ve gerçekçi bir bakış açısına sahip artık firmalar. Kadınların gerçekten ihtiyaçlarına yönelik kampanyalar ve çok ciddi araştırmalar yapıp ürünleriyle tüketicinin karşısına çıkıyorlar, bu da beni ilerisi için umutlandırıyor. Bir marka elçisi olarak genç kızlara doğal olmanın güzelliğin ilk altın kuralı olduğunu hissettirebilmek ve örnek olmak benim için çok önemli.
Bir reklam filminde yer almayı kabul etmenizdeki etkenler neler? Ne gibi özellikler ararsınız bir markada, o markanın yüzü olmayı kabul etmek için?
Nasıl ki bir projede, işin geneline, canlandıracağın karaktere inanman gerekiyorsa, reklam sürecinde de benzer dinamikleri ortaya çıkıyor; inanmak… Bunun da en başında; kullanmayacağım hiçbir ürünün marka elçisi olmayı tercih etmemem geliyor. Birlikte yola çıktığım markaya önce kendim inanmalıyım. Reklamını yaptığım ürün bir güzellik ürünüyse ve içerik, senaryo olarak başka bir alternatif gerektirmedikçe görsellerinde kendim gibi görünmem de çok önemli…
Pantene’in reklamlarında izledik sizi yıl boyu. Reklam filminin çekimleri nasıldı? Dizi ve sinema ile kıyaslarsanız nasıl farklar gözlemlediniz reklam çekiminde?
Dizi ve sinemada işe karakteri oluşturan duygular giriyor, onun apayrı zorlukları var, hepsinin keyfi ve yeri benim için ayrı. Ama reklamda hitap ediyorsunuz, “bu ürünü alın çünkü çok iyi” diyorsunuz, her kesimin anlayacağı bir dilde ve samimiyette olmalısınız. Televizyon başındaki kişi, sesi kapalıyken bile o reklamın ne söylediğini anlamalı.
Son bir yıl içinde sizi etkileyen bir reklam izlediniz mi?
GoPro’nun reklamlarını seviyorum. Gerçek kullanıcıların görüntülerinden oluşuyor, öyle değilse bile beni bile inandırdıklarına göre gayet başarılılar.
Dizi sektörünün can çekişme noktasına geldiği günlerde olduğumuzu söylesek abartmış olmayız. Yapım şirketlerinin yüklü bütçelerle hayata geçirdiği yapımların çoğu birkaç bölümde maalesef yayından kaldırılıyor. Bunun yanında 90 dakikaları tartışırken 150 dakikalara çıkmış bir dizi sektörü var. Dışarıdan bakıldığında tablo korkunç görünüyor. Önümüzdeki dönem için nasıl bir tabloyla karşılaşacağımızı düşünüyorsunuz?
Her şey birbirine karışmış durumda ne yazık ki… İyi bir gözlemci olduğumu düşünürüm, herhangi bir işin senaryosunu okuduğumda projenin nasıl bir etki yaratacağı konusunda doğru fikirlere sahip olurum ama artık ben bile şaşırabiliyorum. Üzücü ki dizi sektörü çok daha tüketen ve zor bir sürece geliyor gibi görünüyor, kaygılıyım.
Önümüzdeki dönem projelerinizi dinleyelim biraz da. Var mı yakın zamanda gerçekleşecek yeni projeler?
Bu sene benim kendimi dinlediğim, önemsediğim, zamana hükmedebildiğim, her anlamda daha verimli olup hem insan hem de bir oyuncu olarak daha donanımlı hale getirmek için çaba gösterdiğim bir dönem. Bu ruh hali benim işe dair daha yaratıcı bir sürece girmeme de sebep oldu.