Site icon MediaCat

“Güvenilir olmanın ilk şartı samimiyet”

Haluk Abi ya da sadece Haluk Levent. O, bugün -geçtiğimiz ay Celebrity Güven Endeksi’yle de tescillendiği üzere- güven kelimesinin en çok yakıştığı ünlü. İnsanlara dokundukça mutlu olan ve kendi tabiriyle bir çift gözün ışıltısını arayan Haluk Levent’le birlikte, adıyla özdeşleşmiş kelimeleri ve markalarla olan ilişkisini konuştuk.

Haluk Levent bir marka mı? İmajınızı böylesi bir bakış açısıyla yönettiğinizi söylemek mümkün mü?

Haluk Levent bir marka değil, maalesef. Günün koşullarına uygun standart yapının çizgisinde giden bir adam değil. Bu nedenle marka güvenirliğimin olduğunu zannetmiyorum. Markalar dünyada hatta daha da doğrusu bizim gibi ülkelerde tüm kesimleri ele alır ama hiçbir zaman onları düşünmez. Ülkenin politik, siyasi, jeopolitik ya da lojistik durumuyla ilgili olmayan sanatçı ya da ürünlerin peşine düşer çoğu zaman. Bu döngü böyledir çünkü sistem bunu gerektirir. Haluk Levent’in durumunda “Acaba bir yeri küstürür müyüz?” diye bir tereddüt vardır. Benimle bir ürün için yolda yürüyecek olan insan/marka da haliyle tereddüt içindedir. Bu da benim markalaşmadığımı gösterir.

Ben zaten markalaşmak istemeyen özgür bir insanım. Mesela şöyle cevaplar alıyorum Twitter’da ya da sohbetlerde: “Ama Haluk Bey sizi her kesim seviyor, siz her kesime hitap ediyorsunuz.” Ne kadar her kesim sevse de benim doğaya, çevreye, insanlara, hastalara karşı bir duruşum var. Markalar bunu pek sevmiyor. Hiçbir şey söylememizi istemiyorlar. Hep susmamızı istiyorlar. Bu nedenle ben bir marka değilim.

Uzunca bir süre bazı negatif olaylarla özdeşleşmiş bir isimdi sizinki. Ne oldu, ne yaptınız da bunu tam aksi yöne çevirip, güven denildiğinde akla ilk gelen isim oldunuz?

Şimdi ben sondan başlayayım. Sizin de son araştırmanızda böyleydi, başka yerlerde de. Hatta ben Twitter’daki takipçilerime ve sevenlerime “Bana fazla güvenmeyin, sizi her an satabilirim” yazmıştım. Ben üzerime böyle bir sorumluluk verilsin istemiyorum çünkü bir insandan beklentinizi ne kadar çoğaltırsanız onunla ilgili küçük bir eksiklik sizde büyük hayal kırıklığı yaratır.

Ben bu ülkenin -bu gerçekten böyle- en dürüst ya da en güvenilir adamı değilim. Ama ben geldiğim noktada, müziğimle ve konserlerimle bulunduğum konumu keyifle yaşamaya çalışan bir adamım. İnsanlara dokununca mutlu oluyorum. Onların gözlerindeki ışıltıyı görünce içime ferahlık geliyor. Belki çocukluğumdan bu yana geçirdiğim bütün çelişkili, felsefi hayatım; eksik ve fazla yaşadığım şeyler, sizin de anlattığınız gibi 10-15 yıl öncesinde yaşadığım ekonomik sıkıntılardan dolayı devamlı başımın derde girmesinin verdiği bir olgunluktur.

Ayrıca ben hayattan keyif almak gerektiğini ama bunu yaparken derdi olan insanlara ve doğru gitmeyen şeylere karşı algoritmik bir düzelme eğiliminin de olması gerektiğini düşünüyorum. Masa eğri dururken ona bakıp bunu düzeltmem lazım diyorsun ya kötü giden olaylar için de öyle. Tabii elimizden geldiği kadar…

AHBAP’tan ayırmanın neredeyse imkânsız hale geldiği bir kimlik peyda oldu. Bu durumun sizi endişelendirdiği oluyor mu?

Tabii. Telefonumu bulmuşlar mesela, yaklaşık 2 bin okunmamış mesaj var. Bu nasıl bir durum? Önceleri çok kızdım, Twitter ve Instagram’dan “Bana iki dakikanı ayır! Beni dinlersen beni anlayacaksın” şeklinde gelen mesajlar oluyordu. Bana sıkıntılarını anlatmaları gerektiğini söylüyorlar. Haluk Levent’in her şeye gücü yeter, yeter ki inansın. Ama böyle bir şey yok.

Bazen inanmadığım ama duygularımla belki doğru söylüyor dediğim zamanlar da oldu. Belki istismar da edildik yardım konusunda, bilmiyorum. Bir yıllık kira yardımı yaptığımız biri vardı. Sonradan öğrendik ki iki tane evi varmış. İnsanlar bunu kullanabiliyor ve beni varlıklı görmeleri rahatsız ediyor. O çözer diyorlar. Çözeriz de bizim gücümüz ayda 30 hastayı çözmeye yetiyor şu an. Sen 300 dersen bu sorumluluk bizi ezer, altında kalırız.

İki yıl önce gerçekleşen Kaybolan Mont hikâyeniz çok konuşulmuş, beğenilmişti. Celebrity Güven Endeksi’nde aldığınız sonuç da ortada. Buna karşın sizi markalarla çok da sık yan yana görmüyoruz. Bu bir tercih mi? Zor mu beğeniyorsunuz? Çok mu hassassınız?

Şimdi şöyle bir şey söyleyeyim, biraz samimi olmak gerekiyor. Yani muhakkak teklifler oluyor. Hatta sizin araştırmanızdan sonra iki katına çıktı diyebilirim çünkü markalar ciddi araştırmaları seviyorlar. Benim önceliğim samimiyet oluyor. Bir marka geldi, Twitter’dan bir hikâyeyle başlamamızı istedi. Bana ters çünkü ben natürel olmayan hiçbir şeyi Twitter’da yapamam. Aslında öyle olmadığı için markalarla yan yana göremiyorsunuz. Seviyorlar ve güveniyorlar ama benim izleyicim beni samimi görüyor. Ben onlara karşı hep dürüst oldum, oynayamıyorum.

Örneğin bir inşaat firması geldi, çok ünlü bir inşaat firması ama araştırdıktan sonra geçmişte müşterilerle ilgili bazı problemler yaşadığını öğrendim. Ben bunun arkasında duramam. Ya yarın yine o müşterilerle ilgili bir problem çıkarsa… Haluk Levent o reklamda oynadı, para aldı denilecek. Başka firma daha geldi ama o firma da bütün dünyada lanetlenmiş bir petrol firması. Belli yani, ben yapamıyorum bazı yerlerde duramıyorum. Bu konuda kapalı değilim ama. Mesela bir banka reklamında rahat oynayabilirdim. Nasılsa daha önce üç kez battım, bakın artık batmıyorum.

Kaybolan montun markasıyla çalışmadım, montun markasının adını söylemedim ama onlar bizi aradılar. Çok geri dönüş olmuş ve monttan isteyenler olmuş. Şimdi konserlerden ciddi bir para kazanıyorum. Zaten ciddi bir para kazanırken bir ürün geliyor ve sizin iki konserden kazanacağınız parayı teklif ediyor ama sizi bir yıl boyunca bağlamak istiyor ve birçok yerde kullanıyor. Ben açgözlü değilim, bir ürün gelecekse buna da değmeli. Hem seçiyoruz hem fiyatı yüksek tutuyoruz ama markalar niye bize gelmiyor diye de ağlamıyoruz.

“ÜLEN” nidasını markalamayı düşünüyor musunuz?

“Ürünler gelsin bekliyorum ÜLEN.” Gelsinler yapalım. Bana bir teklif getirsinler. Samimi bir şey olsun. Bir tane bankaya dedim ki, “Gelin benim bir projem var para almayayım, bütün parayı burslu çocuklara yatıralım”, kabul etmediler. Markalar böyle bir işe girmiyor. Hiçbir şey olmasa da oynuyor, zıplıyorlar, laylaylay. Etliye sütlüye karışan yok. Bugüne kadar bunu yaptılar ama öbür şeylere girmeyelim, yanlış anlaşılır diyebiliyorlar. Samimiyet arıyor artık insanlar, dünya değişti.

Ben gençlerin önüne Haluk Abi olarak çıktım. Bir erkek sanatçı ömrü billah abi olarak çıkmadı. Hep adının söylenmesini istedi. Menajerler için de riskliydi ama benim için değil. Ben onların abileriydim bundan doğal ne var, ne olabilir? Abilik kavramını içten gördüler, sevdiler.

Markalara da “abilik” gerekiyor. Samimiyet gerekiyor ki insanlar bize “bizim insanımız” olarak bakabilsin. Markalar sosyal sorumluluk projelerine kaç yıldır kafa yoruyor ama sonuç yok. Bence biraz daha risk almaları gerekiyor. Korkmasınlar. Böyle ciddi, AHBAP gibi kuruluşlar ya da başka dernekler var. Bunun için içten çalışan çocuklar var. Belki onlar istiyor ama ajanslar almak istemiyordur bilmiyorum, ancak artık korkmamaları gerekiyor.

Exit mobile version