Site icon MediaCat

İhmal edilen hedef kitleler: Kadınlar

“İhmal edilen gruplarda kadınlara yer vermek için 8 Mart’ın gölgesine sığınmak ya da söze az mahcup, belki özür dileyerek girmek mi daha iyi olurdu? Öyle değil” diyor Funda Tuğrul. Araştırmacı, fütüristlere göre kadınların yüzyılı olacak bu yüzyılda toplumsal cinsiyet eşitliğinin ulaşabildiği noktayı gözler önüne seriyor.

İhmal edilen hedef kitleler: Kadınlar

Fütüristler bu yüzyılın kadınların yüzyılı olacağını iddia ediyor. Hemen sevinmeyelim. Kulağa hoş gelen, gönüllerimizi okşayan, hepimizin alkışlamaya hazır olduğu bu karşılamanın önündeki perdeyi kaldırdığımızda göreceğimiz, görmeye hevesli ya da hazır olacağımız görüntüler olmayabilir.

Açalım: Steve Jobs (Apple), Jack Welch (General Electric), Bill Gates (Microssoft), Jeff Bezos (Amazon), Jamie Dimon (JP Morgan), John Chambers (Cisco), Steve Schwarzman (Blackstone Group), Mark Zuckenberg (Facebook), Larry Ellison (Oracle) ve Howard Schulz (Starbucks). Bu listeyi sonuna kadar okuduysanız, son 20 yılın en etkili 10 CEO’suna ilişkin bir liste okudunuz demektir. İlk 10’da hiçbir kadının adı geçmiyor. İlk kadın ismine rastlamak için 15’inci (Meg Whitman, ebay), ikinci kadın ismini okuyabilmek için 21’inci isme (Indra Nooyi, Pepsi) kadar gelmek gerek, ona yer yok. Liste de muhtemelen içinde bir değil iki kadın olsun diye 21 kişi üzerinden hazırlanmış. Elbette tekil bir örnek değil bu. Dünyanın “en çok kazanan” CEO listesinde tek bir kadın yok. 2019 yılının en “başarılı” 10 CEO’su arasında sadece bir kadın var.

Bugünlerde bir şeyler değişiyor mu? Pek öyle denemez. Türkiye’nin 40 yaş altı en “başarılı” 10 CEO’su içinde sadece üç, liste 25’e kadar uzatıldığında sadece altı kadın CEO var. İlki yüzde 30, ikincisi yüzde 11 oranında kadın CEO demek. Oysa dünya nüfusunun da Türkiye nüfusunun da yarısı kadın. Bu listeleri okuduysanız, aynı zamanda iş dünyasında erkeklere dair sıfatlara ilişkin de bir liste okudunuz: En çok kazanan, başarılı. Bu listeye birazdan “parlak” sıfatını da eklemek gerekiyor. Bu sıfatlar kadınlar için pek kullanılmıyor.

Otoportremiz

Sözü dolandırmadan: Türkiye’de tirajı en yüksek 10 gazetenin tamamının, izlenme oranı en yüksek 10 televizyon kanalından sekizinin genel yayın yönetmeni erkek. Medya planlama ajansları, markalar, sektördeki sacayağının diğer uçlarındakilerin yöneticileri, sektörün etkin sivil toplum örgütlerindeki ve endüstri komitelerindeki kadın yöneticileri de saymayı denemek gerek, uzun sürmez.

Şunu doğrudan söylemek mümkün: Türkiye’de iş dünyasında kadınlar ve erkekler “eşit” değil. Verisi var. Bunun Türkçesi şu aynı zamanda: Eğer Türkiye’de iş dünyasında (“fırsat” kelimesini de sıkıştırsak mı araya?) eşitlik olsaydı, anılan görevlerdeki erkeklerin yarısının bulundukları yerleri kadın meslektaşlarına terk etmeleri gerekirdi. Olmaz mı? Neden olmaz?

Bu meselenin hikâyesi

Geçen yüzyılın ikinci yarısında kadınların öz yaşam öyküleri üzerine çalışan kadınlar tuhaf bir şey fark ettiler. Kadınların öz yaşam öykülerinin neredeyse tamamında, kadınlar neye sahip oldularsa, olan talihin yardımıyla olmuş gibi hikâye ediliyordu. Hep bir şansın yaver gitmesi hikâyesi, şans sayesinde, kolaylıkla, oluvermiş, hiç uğraşmadan.

Columbia Üniversitesi akademisyenlerinden, İngilizce bölümünde görev alan ilk kadın (ve evet feminist) olan Carolyn G. Heilbrun’a göre 21’inci yüzyılın başlamasından sonra, kadınların öz yaşam öykülerini anlatırken anlatılarına katamadıkları şöyle şeyler vardı: “Başarılı olduğunu kabul etmek, başarının talihe de başkalarının çabası ya da cömertliğine de bağlı olmadığını kabul etmek.”

Heilbrun’ın aktardığına göre Jill Conway, ABD’de İlerleme Çağı’ndaki başarılı kadınlar (1855-1865 arasında doğanlar) arasında yaptığı bir incelemede gerçekte çok heyecan dolu ve hareketli hayatları olan bu kadınların yaşamlarını anlatırken pek renksiz bir dil kullandıklarını fark etti. “Bu kadınların mektupları ve günceleri farklıdır ve kamusal alandaki hırslarını, savaşımlarını yansıtır; bununla birlikte, yayımlanan öz yaşam öykülerinde bu kadınlar portrelerini sezgili, besleyici ve edilgen kişiler olarak çizerler ama -başarıları aksi yönde kanıt oluştursa da- kendilerini asla yönetim becerileri olan kişiler olarak betimlemezler.” Sözün özü, bu kadınların öz yaşam öyküleri ile mektuplarında iki farklı ses konuşur.

Kadın hedef kitlesi çalışırken, kadınların mektuplarına ve günlüklerine bakmak hiçbirimizin aklına gelmemiştir. Biz kadınların sadece bir sesini dinliyoruz. Renksiz dilin sesini. Belki de o yüzden reklamlarda basmakalıp kadın rolleri tekrarlanıp duruyor. Yıkadığı çamaşırın beyazlığıyla mutlu olan kadının sesi. Yoksa bugün de kadınların sadece aile ve ev konusunda “yetkili” bir sesle konuşacaklarına mı inanıyoruz? Halbuki bu en son 18’inci yüzyıla kadar böyleydi.

Yakından bakmak

Yaşadığımız yüzyılın kadınların yüzyılı olduğu fikrini benimseyecek olursak, ortada biraz tuhaf bir durum olduğunu da kabul etmeliyiz. Nasıl olacak bu? Bir yandan kadınların güçlenmesi ya da güçlendirilmesi için bir seferberlik görüntüsü var. Özel sektör de göründüğü kadarıyla, bu seferberlikte yer almaya çalışıyor. Ama…

Tüketicilerin yarısı kadın ama reklamlarda kadınlar nüfustaki büyüklükleri kadar temsil edilmiyor. Kadınların reklamlardaki rolleri, gerçek hayatta rollerdeki değişimleri yansıtmıyor ve basmakalıp anlatıları tekrarlıyor; basmakalıp rollerin ve cinsiyetçiliğin sürdürülmesine hizmet ediyor.

Bir tarafta Reklamverenler Derneği’nin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda, karşı anlatılar kurarak yürüttüğü kampanya var. Effie Ödüllerinde ödül alan reklam filmlerinde ana karakterin kadın olmasının artan oranını da sevineceklerimizin yanına koyalım. Ama diğer yanda ödüllü reklam filmlerinden finans, otomotiv, telekomünikasyonla ilgili olanlarında ana karakterin erkek olmasının yüzde 80’ler ya da daha üzerinde gezinen oranı büyük cüssesiyle duruyor.

Eğer eşit temsilden yanaysak, kadının yüzyılı olması beklenen bu yüzyılda, eşitsizliği sürdürmeye hizmet eden cinsiyetçi dili, cinsiyetçi göndermeleri, cinsiyetçi her türden metni önce aşındırmalı, sonra unufak etmeliyiz. Ama karar alıcıların sadece erkek olabileceğini düşündüren (inandıran mı yoksa?) bir tabloda bu dili kim kuracak? Ve bir de: Kadınların güçlendirilmesi için ilan edilen seferberlikte hepimiz yerlerimizi aldık. Ama neden adımıza erkekler konuşuyor?

Çelişkileri saklamak

Türkiye’de kadınların okullaşma, meslek sahibi, istihdamda yer alma, ücret eşitliği, hepsini yan yana koyup altına tek bir çizgi çekersek doğrudan “eşitlik” ve “fırsat eşitliği” dediğimiz konularda “eşit” olmadıklarını biliyoruz. Şüphesiz bu herkese kötü görünmüyor. Burası yeri olduğundan şunu da söylemek gerek: Çeşitlilikten, kapsayıcılıktan, aidiyetten, marka amacından söz ediyorsak, “farkı” koyabileceğimiz temel eksenlerden biri de herkesin kabul edebileceği nedenlerle kadındır.

İş ve markaların dünyasında pozitif ayrımcılık fikrine en azından kulakları alışmış olanlar vardır. Pozitif ayrımcılık, erkeklerle kadınlar arasında var olan ekonomik ve toplumsal uçurumu kapatmak için, o uçurum kapanıncaya kadar kadınlar için dezavantajlı sayıldıkları konularda özel önlem alınması anlamına geliyor. Pek çok alanda pozitif ayrımcılık Türkiye’de, hakkıyla uygulandığında, kadınlar lehine yüzde ellinin üzerinde bir orana tekabül eder, etmelidir.

İnce eleyip sık dokumadan, eski moda olan alıştığımıza sıkıca sarınmadan bir yol izleyeceksek, iş yerlerinde, okullarda (özel okullarda da), siyasette, reklamlarda, spor hakemleri arasında, üniversitedeki üst akademik kadrolarda, bakkallar ve bayiler arasında, yönetim kurulları masalarında gördüklerimizin en az yarısı kadın olmalı.

Kadın dostu ürün, hizmet, marka, kurum ve reklamların nasıl olabileceği üzerine de üzerine kafa yormalıyız. Bunun da zamanı geldi.

İşimize bakacaksak

Kadınlar, dünyanın en hızlı büyüyen tüketici grubu. Kadınlar üzerine düşünürken bu hedef kitlenin sosyal ve ekonomik değişimin kadın rol ve kimliklerini nasıl farklılaştırdığına odaklanmak zorundayız. Kadınların ve ihtiyaçlarının, söyledikleri sözün ve motivasyonlarının nasıl değiştiğini anlamak ekonomik büyüme için de gerekli. Bu alana girdiğimiz zaman kadınlara ilişkin ezberlerimizi de gözden geçirmemiz gerekiyor.

Son araştırma raporlarından birinde istihdam politikaları, finansal erişim, eğitim olanakları, kadınların hukuki ve sosyal statüleri ve iş iklimleri, kadınlarla ilgili konularda dikkate alınması gereken temel başlıklar olarak sıralanıyordu. Sosyal alanda, kadınların kadının insan hakları olarak adlandırdıkları, can güvenliği temelinden başlayıp bütün temel hakları içerecek biçimde yurttaşlık hakları, politik katılım, teknoloji ve enerjiye erişime kadar uzanan geniş bir yelpazedeki gereklilikler duruyor.

Eğitim ve meslek sahibi olma oranındaki artışa paralel olarak kadınlar, bütün dünyada kendilerini politik taleplerin öznesi olarak daha fazla ortaya koymaya başladılar. Geçen yıl kadınların bütün dünyada daha fazla sokakta oldukları bir yıldı.

Diğer yandan kadınların hayatında, tutum ve karar alma süreçlerini nüfustaki değişimlere bağlı olarak farklılaştıran, evlenme yaşının ileriye atılması, çocuksuz geçen zamanın uzaması, yalnız yaşama eğiliminin ve buna bağlı olarak tek bireyden oluşan hane sayısının artması gibi olgular da bölgesel olarak farklılaşma göstermekle birlikte hayatımızda yerini aldı. Bütün bu değişim içinde kadınlara basmakalıp roller çerçevesinde bakmayı sürdürmek zamanın dışında kalmak anlamına gelir.

Kadınlarla ilgili değişimi dikkate alırken daha önce erkeklere ait olan, kadınların geleneksel konumları dışında kalan otomotiv, teknoloji, finans gibi kategorilerde kadınların varlığının artmakta olduğunu da aklımızda tutmamız gerek. Ve son olarak, değişim içinde ekonomik özgürlükleri ve harcama güçleri artan kadınların sadece kendileri için değil, çocuklar gibi kendilerine bağlı kişiler için de satın alma kararını veren ve harcama yapan kişiler olduklarını da markaların kadınlarla ilgili plan ve kararlarında dikkate alınması gerekiyor.

Kadınların gücü

Kadınlar, sosyal sorumluluk projelerinde markaların en hevesle yöneldikleri hedef kitlelerden biri. Bu motivasyonla Türkiye’de markaların desteğiyle çok iş yapıldı. Ancak işin kalan büyük kısmı hepimizin önünde duruyor. Türkiye’de kadınların gündemini en yakından takip eden, aynı zamanda bu gündemi de oluşturan kadın sivil toplum örgütleri.

Kadın sivil toplum örgütleri markaların kadınlarla ilgili projelerinde yüzlerini dönmeleri, birlikte yürümeleri gereken en önemli grubu oluşturuyor. Bu yeni kadın hareketleri kadının sosyal statüsündeki iyileşme ve insan haklarındaki kazanımların ötesinde kadınların düşünce yapılarını da etkiliyor. Kadınların talepleri de statülerindeki değişime bağlı olarak ev içi alandan çıkarak sosyal ve ekonomik hayatın bütün alanlarına yayıldı.

Geçen yıl kadın sivil toplumlarının eylemlerinin bir bölümü kadın çalışanlarının haklarının korunması veya kazanılması konusunu gündeme koyarak markaları da hedefledi. Türkiye’de bir marka, piyasaya sürdüğü bir ürüne verdiği adın kadınlar tarafından cinsiyetçi bulunması ve buna karşı kısa sürede örgütlenen protestolar sonrasında ürünü pazardan çekmek zorunda kaldı.

Kadın konusunda kadınlarla birlikte ve kadınların gündemine uygun çalışmalar yapmayı isteyen kurumların aynı zamanda kadınlara daha fazla kulak vermesi, kadınlarla birlikte yürümesi de gerekiyor. Bugün ve yakın gelecekte kadınlar bütün karar süreçlerinde muhataplarının kadın dostu olmasını daha fazla dikkate alacak ve talep edecekler.

Benim adıma değil!

Bu durum markaları ister istemez siyasetin de alanına sokuyor. Türkiye’de ya da dünyada, kadınların içinde bulundukları koşullar uygulanan sosyal ve siyasi politikalarla toplumsal iktidar ilişkilerinden soyutlanarak değerlendirilemez. Bu ilişkilerin yeniden kurulmasına dönük girişimlerin de politikanın alanına yönelmesi kaçınılmazdır.

Kadınlarla ilgili girişilecek her işin başında, kadınlar adına ya da yerine söz söylememeyi, bunun yerine kadınlarla birlikte ve sözlerini söylemelerini mümkün kılan koşulların oluşturulmasını amaçlamayı öncelikli ilke edinmek gerekiyor. Kadınlar dünyada olduğu gibi Türkiye’de de uzun süredir örgütlü olarak mücadele veriyorlar ve önemli kazanımlar elde ettiler. Bu kazanımların açtığı yolda yine kadınlarla birlikte yürüyecekler.

Markaların bu hassasiyetin farkında olarak kurumsal yapılarında kadınların sesini işitecek ve bu sese, işittiği sesin içinden cevap verecek kadınların sayısını artırması, statülerini iyileştirmesi sadece kadının insan hakları açısından pozitif bir tutum değil, firmaların büyüme hedefleri açısından da bir gerekliliktir. Markalar bu süreçte kadınların sözünü kadınlara teslim ya da iade etmek durumunda kalacaklar. Kadınlar kendi adlarına gün geçtikçe daha fazla kendileri konuşacaklar.

Özetlemek gerekirse: Kadınlar vardır.

Exit mobile version