Adamın biri, bir şantiyeye girer ve orada çalışmakta olan üç işçiden ilkine sorar: “Ne yapıyorsun?” İşçi cevap verir: “Taş diziyorum”. Adam aynı soruyu ikinci işçiye sorar. O işçi de cevap verir: “Duvar örüyorum”. Adam, işini yaparken bir taraftan da bir şarkı mırıldanan üçüncü işçiye de aynı soruyu sorar. İşçi gülümser ve yanıt verir: “Bir tapınak inşa ediyorum”.
Bu hikayeyi, birliktelik bilinci konusunda danışmanlık yapan ‘Group Process Consulting’ firmasının kurucusu Annette Simmons’un The Story Factor isimli kitabında okumuştum. Hikaye -ve aslında kitabın tümü- içimi rahatlatmıştı. İş görüşmeleri konusunda çok sorguladığım tutumumun aslında en doğru yaklaşım olduğunu bu kitap sayesinde anlamıştım. Haklıydım. Eğer ajans olarak gerçekten inançlı bir insan kaynağı istiyorsak o zaman bizimle birlikte çalışacak olan insanlara, onların tapınağı haline gelecek vizyon hikayeleri anlatmalıydık.
Bir huyum vardır. İş görüşmelerinde karşımda biraz ürkek, biraz meraklı, biraz da gururla oturan adayın eğitimini, deneyimini ve portföyünü hep sona bırakır, ajansı ajans yapan, onun ruhunu ve ilkelerini yansıtan hikayeleri gözlerim parlayarak anlatır, onun da gözlerinin aynı derecede parlayıp parlamadığına bakarım. İşte sorguladığım tutumum buydu. Acaba bu yaklaşım, benim en iyi çalışma arkadaşımı seçmeme yardımcı oluyor muydu?
Gerçi bu tuhaf test beni o güne kadar pek de yanıltmamıştı ama The Story Factor bu yaklaşımın bilimsel bir sağlaması olmuştu benim için. Simmons’a göre insanlar artık bilgi istemiyorlardı. Zaten gırtlaklarına kadar bilgiyle doluydular. İnsanlar artık inanmak istiyorlardı. Size inanmak istiyorlardı. Size, amaçlarınıza, hayallerinize ve anlattığınız hikayeye inanmak istiyorlardı. Size inanmaları demek, onlara istediğinizi yaptırmak demek değildi. Size inanmaları demek, bir meseleyi sizin bıraktığınız yerden, onların gönüllü olarak almalarını sağlamak demekti. Bu derece güçlü bir inancı karşımızdakine sadece bilgi vererek elde edemezdik. Hikayelere ihtiyacımız vardı.
Kitap ufkumu da açmıştı. Sadece iş görüşmelerinde değil, ajans sunumlarında, toplantılarda, üniversitede, diğer eğitimlerde ve hatta sosyal ilişkilerde en gönülsüz ve en umutsuz insanları bile hikayelerle nasıl harekete geçirebileceğimi göstermişti Simmons bana. Ben de vefakâr bir reklamcı olarak, yakaladığım her fırsatta ve uygun bulduğum her platformda Simmons’un 6 hikaye türünü insanlarla paylaşıyorum:
• ‘Ben Kimim’ Hikayeleri: Kim olduğunuzu anlatmak için mutlaka kişisel bir hikaye anlatmanız gerekmez. Bir Mother Theresa hikayesi anlatırsanız, karşınızdaki, her davranışınızın arkasında kişisel bir çıkar bulunmadığına dair bir ipucu alacaktır. İlginçtir ki, iş görüşmelerinde beni en çok etkileyen adaylar, kendilerinde yer eden anekdotları anlatan ve bunlardan çıkardığı dersleri benimle paylaşanlar oluyor.
• ‘Neden Buradayım’ Hikayeleri: Karşınızdakine ne kadar içten bir iyi niyetle yaklaşsanız bile, sanıldığının aksine önce bu işten onun çıkarının ne olduğunu değil, kendi çıkarınızın ne olduğunu samimiyetle söylemeniz gerekli. Yoksa insanlar gizli bir ajandanız olduğuna inanırlar.
• ‘Vizyon’ Hikayeleri: Bu tür hikayelerin amacı kendi vizyonunuzu, kimseye empoze etmeden insanlara benimsetmek. Bu tür hikayeler, karşınızdakinin sıkıntılarını anladığınızı gösterir ve ona yeni bir ufuk açar. Reklam dediğimiz şey de bu değil mi zaten?
• ‘Eğitim’ Hikayeleri: Kurum içi eğitimler, genellikle insan kaynaklarının işlerini doğru ve eksiksiz yapmalarına yardımcı olduğu düşünülen sunumlarla doludur. Oysa bu tür sunumlar, çoğu zaman yaratıcılığı engeller niteliktedir. Hikayeler, çalışanların yatay düşünce yeteneğini artırmaya yarar.
• ‘Yaşayan Değerler’ Hikayeleri: Şirketlerin arşivlerini inceleyerek, emektarları ile sohbet ederek, müşterileri ile konuşarak, bu kurumun bu değerlere içtenlikle önem verdiğini anlatacak gerçek hikayeleri bulan ve bunları samimi reklamlara dönüştüren ajanslar gerçekten takdiri hak ediyorlar.
• ‘Ne Düşündüğünü Biliyorum’ Hikayeleri: Mesajınızı iletmeye çalıştığınız insanlar sizi dinlerken maalesef duyargalarını açmazlar. Tersine, insan doğası onlara tüm duyargalarını kapattırır. Hatta, tüm iyi niyetlerine rağmen, sizin söyleyeceklerinizi sabote etmeye şartlanmış bile olabilirler. Bu gerçeği kabul ettikten sonra, onların kafalarından geçeni okumak zor değildir. Kafalarından geçeni, onlara direk söylemektense, bunu bir hikaye yoluyla yapmak, her iki tarafı da rahatlatıp ilişkiyi verimli kılabilir.
Hayatım boyunca hikaye anlatmaya devam edeceğim. Çünkü hayatımı birbirine inanan insanlarla birlikte tapınaklar inşa ederek ve bunu yaparken hep şarkı mırıldanarak yaşamak istiyorum. Klişe olacak ama bir tane hayatım var ve onu da sadece taş dizerek veya duvar örerek geçirmeye hiç niyetim yok.