Engin Ardıç, Hulki Aktunç’un ardından "Güle Güle" yazısını kaleme aldı. Bu yazıyı ondan Aktunç istemiş, "Arkamdan Engin böyle yazsın" demiş.
Güle güle Hulki
Başlığı kendisi atmış. "Arkamdan Engin böyle yazsın" demiş. Hah ha, Engin’in ne yazacağını biliyorum, falan da demiştir.
Kendi payıma ben de bu yazıyı ne zaman yazacağımı kaç haftadır üzüntüyle bekliyor, yazmamak için dua ediyordum. "Uzun ve acılı bir hastalık" derler, kanserin kibarcasıdır, kanserden öldü.
Hulki Aktunç. Şair ve yazar. "Allah çektirmesin" deriz, Allah da bizi genellikle dinlemez.
Sonra da bu çekmeye açıklama, daha doğrusu bahane ararız. "Kimbilir ne günahı vardı da ödedi" gibilerden enayi tesellisi.
"Tık diye gitmek" isteriz, her kula nasib olmaz.
Sonra da "daha fazla çekmeden kurtuldu" deriz, bu da bir enayi tesellisidir.
Ölenin evi bir anda yol geçen hanına dönüşüverir, giren çıkan belli olmaz, özel eşyası da orta malı, elbiseleri, ayakkabıları sadakalık…
Sonra hiç tanımadığın birtakım adamlar seni alırlar götürürler.
Neyse ki bu üzüntüyü bilemezsin, çünkü sen artık yoksun.
En azından "bizim buralarda" yoksun.
Öyle ya da böyle, şair ve yazar Hulki Aktunç’u altmış üç yaşında kaybettik.
"Erken gitti" dedik. Her ölüm erken ölümdür. Fakat doksan yaşında ölürsen hiçkimse "gençliğine doyamadan gitti" de demeyecektir.
Hulki Aktunç erken gitti çünkü yazacağı daha çok şey vardı.
Son yıllarında bir Kemal Tahir biyografisi üzerinde çalışıyordu, "bitirmeden gidersen ahrette iki elim yakanda olacaktır" diye dalga geçiyordum, şimdi kıyıp da yakasına sarılamam…
Derin bir bilgi küpü, inanılmaz bir ayrıntı tutkusu, bir kuyumcu titizliği, bunları besleyen müthiş bir zekâ, kıvrak bir yetenek…
Eşi Semra’yla birlikte arslan gibi iki oğul büyütüp okuttu. Bu amaçla, "asıl" yazdıklarının ve yazacaklarının yanısıra, hiç sevmediği bir işi kırk yıldan fazla yürütmek zorunda kaldı: Reklam yazarlığı.
İnsan ancak sevdiği işte başarılı olur derler, inanmayınız. Hulki Aktunç, hiç sevmediği, ekmek parası uğruna katlanmak zorunda kaldığı reklam yazarlığında da olağanüstü başarı gösterdi.
Böyle bir adamdı işte bizim bacanak…
Her yazar ölümünden sonra yirmi yıl kadar unutulur. Şaşmaz bir kuraldır bu.
Sonra ya hepten yokolur gider, ya da yeniden keşfedilir yeni bir kuşak tarafından.
O da böyle olacak. Şiirleri ve öyküleri yarına kalırlar mı, bilemem.
Görecek zamanım olacağını da sanmam.
Ama bir anıt bıraktı ardında:
"Türk Argo Sözlüğü"… Elinin ayağının henüz tuttuğu, kafasının yerinde olduğu son günlerinde bile yeni baskılarını düşünüyor, onu geliştirmeye çalışıyor, Türkçe’nin yeni bir olgu ve aşaması olan "İnternet argosunu" inceliyordu.
"Kamus-u Hulki" derdim ben bu eserine, başucumdan ayırmazdım.
Hulki Aktunç, bir tek bu eseriyle bile şimdiden büyük sözlükçüler arasında, ne bileyim tıpkı bir Emile Littre gibi, tıpkı bir Paul Robert gibi, tıpkı bir Şemsettin Sami gibi yerini almıştır. Kültür tarihimize kaya gibi yerleşmiştir.
Türk diline hizmet etti, yani Türk milletine hizmet etti, yani Türkiye’ye hizmet etti. Nur içinde yatsın.
Engin Ardıç