Site icon MediaCat

Şeffaflığın dilini konuşan adam

Şeffaflığın dilini konuşan adam

Edoardo Tresoldi’nin hayalet yapılarının içine girdiğinizde kendinizi zamanı, mekânı hatta varlığınızı sorgularken bile bulabilirsiniz. Tel örgü gibi endüstriyel bir materyali sıcak, keşfe açık, anlam katmanlarıyla dolu ve yeni sorgulamalara teşvik edecek bambaşka boyutlara taşıyan Tresoldi’nin ismini, bu yıl nisan ayında Coachella Müzik ve Sanat Festivali’ne damga vuran tel örgü katedrali Etherea’yla duymuş olmanız muhtemel. Geçtiğimiz yıl Forbes tarafından 30 yaşında altındaki en etkili 30 Avrupalı sanatçıdan biri olarak gösterilen Tresoldi’nin, “mekân, şekiller, boşluk ve materyal” ile kurduğu bağdan etkilenmemek neredeyse imkânsız.

2009 yılında Roma’ya taşınan Tresoldi burada, sinema, skenografi ve heykel gibi farklı ancak ortak noktalarından besleneceği bir tecrübe yaşadı. Sonrasında ise elleriyle şekil verdiği tel örgülerden yarattığı ve şeffaflığın dilini konuşan yerleştirmeleri, kimi zaman suyun üzerinde kimi zaman bir bienalde kimi zaman insan bedeni formlarında kimi zaman da bir üniversite avlusunda boy göstermeye başladı.

Tel örgüyle ördüğü anlamların farklı katmanlarına yolculuk yapılmasını hayli etkileyici bulduğunu söylüyor Tresoldi. İnsanların, yerleştirmelerinin bulunduğu farklı mekânlarda, onlarla kurdukları ilişkinin ve diyaloğun nasıl farklılaştığını ise hevesle anlatıyor. Kısa süre önce Geberit’in bir etkinliği için İstanbul’a gelen İtalyan tasarımcı Edoardo Tresoldi ile şeffaflığın dilini konuştuk.

Looking For

Yaratıcılığı tanımlayarak başlayalım.

Yaratıcılık, alanınızda yarattığınız yıkım, kapasitenizi ifade eder. Aynı zamanda yeni bir dil yaratmak için zihninizde yaptığınız bir arayıştır.

Estetik yönden hayli gelişmiş İtalyan sanatı içinde büyümüş olmanız sebebiyle sizi bir nebze daha şanslı görüyorum. Bu durum bakış açınızı nasıl etkiledi?

Klasik mimariyle iç içe çalışıyorum, özellikle de neo-klasik arketiplerle. Ama bu, yalnızca İtalya’ya ait bir dil değil. Bunlar çok İtalyan gibi görünse de, her ülkeden insanın anlayıp okuyabileceği şeyler.

Roma’da altı yıl yaşadım. Bu dönemde elbette Barok ve Rönesans dönem eserleri büyük etkiye sahipti bende. İnsanların bu sanat türüyle olan ilişkileri her zaman ilgimi çekmiştir. Çünkü bu, daha kavramsal olan çağdaş sanatla kurdukları ilişkiden tamamen farklı. İnsanların el yapımı olan bir şeyle kurdukları bağı seviyorum. Ben de böylece el yapımı, zanaate dayalı ve fiziksel bir yaklaşım ortaya koyabilen fakat aynı zamanda çağdaş olanda farklı bir anlam bulabileceğimiz boş ve kavramsal bir alana dayalı bir dil ve yaklaşım bulmak için çalışmaya başladım.

Archway

Tel örgü gibi endüstriyel bir materyali alıp neredeyse romantik bir şeye dönüştürmeniz sihir gibi. Bu nasıl mümkün olabilir? Yerleştirme yaptığınız yerler -bazen bir kilise bazen gizli bir bahçe bazen de bir festival alanı- materyalin kimliğini nasıl değiştirebilir?

Niyetim en başta tel örgünün maddesel fiziksel yapısını bırakarak, şekle odaklanmaktı. Yani şekli, maddesel olmayan bir şey olarak ele almak istedim. Kamusal alan, festival alanı ya da bir sanat sergisi gibi farklı ortamlarda çalışabilirim. Tüm bu farklı ortamlarda ise aynı sanat yapıtıyla, bağlamların nasıl farklılaşabileceğini gösterebilirim. Örneğin, bir müzik festivali kamusal bir alandan ya da bir sanat sergisinden tamamen farklı. Burada, insanların nasıl farklı yaklaşımlar geliştirdiklerini izlemek çok enteresan. Coachella’da bunu gördük. Bu, şeffaflığın ve farklı dilleri bir araya getirmenin yarattığı bir deneyim.

Basilica di Siponto

Yani mekâna bağlı olarak insanların o yerleştirmeyle kurdukları diyalog da farklılaşıyor.

Coachella’da yaptığım yerleştirmeyi Venedik Bienali’ne koyduğumuzu düşünelim. Elbette ikisinin de sunduğu deneyimler bambaşka olacaktır. Yaptığım yerleştirmenin mekânla olan bağını seviyorum.

Mekânlar değişse de, siz tam olarak hangi duyguyu yaratmanın peşindesiniz?

Şaşkınlık ve hayret uyandırmak olabilir. Bazen güzel, anlaması kolay ve harika görünenin daha iyi olduğu düşünülüyor; ancak bence buna ilave edilen bir sürpriz, kurulan ilişkiye başka bir boyut kazandırıyor. Bu şekilde insanlar daha meraklı, keşfetmeye hevesli oluyor ve gözlemlerinde daha hassas hale geliyorlar. Ben bu şekilde yarattığım bir güzellikle, insanları gözlem yapmak için başka bir boyuta taşıdığıma inanıyorum. Bunun ardından ben de ortaya koyduğum kavramsal anlamı katmanlara ayırabilirim.

Derinlere inildiğinde insanların bu katmanlarla karşılaşması ayrıca enteresan bir deneyim oluyor. İnsanların, yaptığım bir yerleştirmeye uzaktan bakınca farklı, oraya varınca farklı, içine girip dolaşınca farklı deneyimler ve anlamlar keşfettiklerini biliyorum. Bu, insanlarla olan ilişkilerimizde de böyle. Biriyle yakınlaştıkça onunla ilgili algımız da değişiyor.

Farklı materyaller hikâye anlatımını nasıl değiştirir?

Her durumda, peşinde olduğum şey deneyime odaklanmak oluyor. Aynı anda beş farklı materyal kullanmakla ilgilenmiyorum. Ben bir materyal kullandığımda, onunla kurduğum ilişkinin derinlerine inmek isterim. Her bir materyal bana farklı şeyler öğretiyor. Neticede hepsinin farklı sesleri, farklı fiziksel yapıları var.

Örneğin, tel örgü bana şeffaflığı öğretti. Kırışık (buruşuk) materyallerle çalıştığımda yüzeyler hakkında konuşur oldum. Kısacası her biri farklı anlamlar barındıran birer kütüphane. Bunun derinliklerine indiğimde, bu anlamlarla nasıl yolculuklar yaşayabileceğimi düşünmeye başlıyorum. Materyal her zaman araştırmalarımın merkezini oluşturuyor.

Locus

Proje demek yerine araştırma (research) demeyi tercih ediyorsunuz. Neden?

Proje bana, bir noktada başlayıp başka bir noktada sona eren bir şeymiş gibi geliyor. Ben bir şeye başladığımda, bunun yeni bir yolculuk olduğunu ve büyük ihtimalle fikirlerimin değişeceğini biliyorum. Yerleştirme yaptıktan sonra gidip insanların söylediklerini dinliyorum, ne hissettiklerini anlamaya çalışıyorum. Yani işim bittiğinde en güzel şey, alana gidip çalışmaya devam etmek oluyor.

Exit mobile version