Mert Fırat, Muzaffer Yıldırım, Koray Candemir, Didem Balçın ve Harun Tekin bugünlerde oyunbozanlık peşinde. Bunu da, “kitlelerin değil üretenlerin zevki”ni esas alan, sanatsal girişimlerin ekonomisini sağlayacak ve onlara alan yaratacak bir mekânla, DasDas’la yapacaklar. Tiyatro, müzik, standup, atölyeler ve yemek sanatları… Tüm bu bileşenlerin kültürsanat alanında nasıl bir marka yaratacağını sormak için bir araya geldik.
DasDas’ın öncesini dinleyelim sizden. Hangi motivasyonlarla, nasıl doğdu proje?
Mert Fırat: Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar bir yana, sanat kurumları başlı başına mahallelerin, semtlerin ve tüm çevrelerin ihtiyacıdır. Fakat böyle bir proje yapınca neden diye soruluyor ya… İşte bu bizim karşı karşıya olduğumuz bir çelişki. Aslında bir şekilde devlet politikasının içinde, bizler için açılmış kurumlar olmalı. Ama onlar düzgün bir şekilde şehrin çeşitli yerlerine yayılmadığı için bu görevleri bizler üstleniyoruz. Çünkü bizler sadece Beşiktaş ve Beyoğlu gibi merkezlere yapılan ve giderek de merkezlere doğru çekilen bir sanat anlayışına çok inanmıyoruz. Aslında Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları da ilk kurulduğunda böyleydi. Köy Enstitüleri ve Halk Evleri’nin Türkiye Cumhuriyet tarihi içindeki yolculuğuna bakıldığında, mahalle kültürüyle, semtle ve yer aldıkları çevrelerle hep iç içe olduklarını görürsünüz. Tabii ki kendilerine çeşitli skalalarda alıcılar buluyorlardı ama hep mahalleyle iç içeydiler.
Amacımız haftanın altı günü müzik, oyun ve söyleşilerin olduğu bir alışkanlık yaratmak.
Beni yola çıkartan şey bunu tek başıma yapmak değildi. Daha önce bu tip yatırımlar yapan arkadaşlarımla konuyu paylaştım. Çeşitli biçimlerde dahil olacaklarını söylediler, ben de sırtımı bu güce dayayarak yola çıktım. Sonrasında da Muzaffer’le, Harun’la, Koray’la ve Didem’le ortak bir akıl yürütmeye başladık. Kadıköy’de kolektif bir şekilde kurulmuş ve hâlâ devam eden Moda Sahnesi ya da bizim Didem’le birlikte yaptığımız Sanat Mahal var. DasDas ise Ataşehir’de olması nedeniyle hem çalışan kesime hem de merkezi noktalara yakın. Amacımız haftanın altı günü müzik, oyun ve söyleşilerin olduğu bir alışkanlık yaratmak. Ve projenin beni heyecanlandıran kısmı; sanatsal girişimlerin ekonomisini de sağlayan, sürdürülebilir bir yapı olması, bulunduğu çevrenin ihtiyacını anlayıp oraya yönelik bir şey üretmesi, başka tiyatrolara, müzik gruplarına ve organizasyonlara alan yaratması ve kültür hayatına destek vermesi diyebilirim.
Proje bir iş adamını, iki müzisyeni ve iki oyuncuyu bir araya getiriyor. Herkesin farklı misyonları vardır diye tahmin ediyorum…
MF: Aslında bu misyonlar mekân açıldıktan sonra daha belirgin olacak. Konuyu Muzaffer’e açtığımda böyle bir ekonomik model oluşturabileceğimizden bahsetti. Muzaffer gibi dünyada marka yaratmak ve onu geliştirip sürdürülebilir bir yapıya getirmekten çok iyi anlayan biriyle olmak beni çok mutlu etti. O da haydi böyle bir şey yapalım deyince, bizim görev dağılımlarımız yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Harun, Koray ve Didem’le zaten uzun zamandır tanışıyoruz. Bu şekilde de, hem ticari hem yaratıcı süreçlerdeki paylaşımlarımızdan tatmin olduğumuz, ortak akılla bir şey üretebileceğimiz ve birbirimizin açıklarını kapatıp, fazlalıklarını törpüleyebildiğimiz bir birliktelik kurmuş olduk.
Koray Candemir: Seneler önce Muzaffer’le Kadıköy’de bir barda otururken, keşke bir rock bar açsak diye konuşuyorduk. Bu yüzden hayaller kesişti diyebilirim. DasDas butik bir şey. Tek örnek, çok orijinal. Restoranı ve barı var, canlı müzik yapılan bir performans sahnesi var ve harika bir tiyatro-konser salonu var.
MF: Bizler projeye daha çok kullanıcılar olarak baktık, Muzaffer de mimari bir yapı nasıl kurulur diye baktı.
Didem Balçın: Tabii bu katkılar hiçbir zaman bitmeyecek. Oyunlar, repertuar, barın nasıl işleyeceği vs. Açıldıktan sonra herkesin başka başka katkıları olacak projeye.
MF: Mesela önümüzdeki sene repertuar içinde bir müzikal yapmak istiyoruz. Bu Harun ve Koray’ın da bir şekilde dahil olacağı bir şey ve şimdiden konuşmaya başladık bile.
Peki, siz bu yapının devamlılığını sağlamada nasıl roller üstleneceksiniz? Orada olmaya devam edecek misiniz?
MF: Halihazırda kurumsal yapısı oluşmuş bir yerden bahsediyoruz ve mümkün mertebe kurumsal ilerlemeye çalışıyoruz. Zaten burada sistemin nasıl işleyeceğiyle ilgili bir know-how var. Ruhen ve bedenen DasDas’ta olmayı tabii ki istiyoruz. Ama bir yandan, biz olmadan da işleyen yapılar olması lazım. Türkiye’deki sanat kurumlarının ya da herhangi bir kurumun ve işletmenin sürdürülebilir başarı elde edememesinin tek sebebi kişiye odaklı olması. Bir kuruluş patrona odaklı olamaz. Burada hepimizin maddi yükü ve emeği yüklendiği bir yapıdan bahsediyoruz. Genelde Türkiye’de birileri iyi fikirlere yatırım yaparlar ve çekilirler. Orada olacak mısınız sorusu da o yüzden çok normal bir sorudur. Fakat burası böyle bir yapı değil. Ayrıca yurtiçinde ya da yurtdışında da büyütmek istediğimiz bir yerden bahsediyoruz. Ancak franchise şeklinde değil. Derdimiz bu yapıyı gittiğimiz her yere, oranın ruhuyla entegre olarak, orayı anlayarak, oraya dair bir şey üreterek taşımak.
Son dönemde “yaşam alanı” olarak adlandırılan mekânlar görüyoruz. Siz böyle bir konumlandırmaya gittiniz mi?
Harun Tekin: Biz hayatı oraya odaklayıp izole bir yapı kurmuyoruz. DasDas dışarıyla iletişim halinde olacak. Dolayısıyla biz, bize izin verilen alanda oynamıyoruz. Alanımızı genişletmek peşindeyiz. Aslında kendimizce topluma bir şey söylediğimiz, doğru ve güzel şeyleri savunduğumuz birtakım enstrümanlar bunlar. Bizler mekânın daimi küratörleri olarak ele alınabiliriz. Orada olup bitenlerin bizim zevkimize hitap etmesi önemli. Bu yönüyle de mekânın ayrışacağını düşünüyoruz. İlk önceliğimiz mekânın belli bir zevk ve görgü sunarak hayatına devam etmesi. Aslında zor bir şey, çünkü çatışan vektörler var. Siz bir işletmeci olarak en sevdiğiniz müzik değil de, daha fazla ilgi görecek müzik olsun diyebilirsiniz. Bizim burada yaptığımız planlama ise farklı bölümlerin birbirini desteklemesiyle ve olabildiğince verimli kullanılmasıyla, belirli bir zevk ve görgüyü ön plana çıkarmak.
KC: Bizler müzik tarafında, Mert ve Didem ise tiyatro tarafında, bu işin arızalarını yaşayarak öğrenen insanlarız. Bu yüzden mekânı ayrıştıracak şey, ekibin tecrübesi de olacak.
MF: Üretimin ve uygulamanın kanalı, durağı olabilmek önemli. Bu da bizi ayrıştıracak mı, göreceğiz. Şimdiden ona bir kıyafet biçmek zor. Şu anda bizim düsturumuz niteliğin peşinde olmak. DasDas’ı ulaştırmak istediğimiz yapı, arkasındaki isimlerle değil, kendi vizyonu ve markasıyla, ismiyle yaşaması.
DasDas’ı bir kültür-sanat markası olarak nasıl tanımlıyorsunuz?
KC: Kitlelerin değil üretenlerin beğeni kriterlerini ön planda tutmayı hedefleyen; Michelin yıldızlı restoranla pilav arabasının arasındaki kocaman alana talip bir kültür, sanat ve gastronomi markası.
Mekânın isminin de hikâyesini dinleyip bitirelim.
HT: Anlam üzerinden değil çağrışımlar ve hissiyatlar üzerinden düşündük. 50 küsür aday arasından bunu seçtik.
MF: Ekşi’den baktığımda DasDas’la ilgili bir entry gördüm. Aynı sanat faaliyetlerinden hoşlanan kişilere arkadaşlar arkasında dasdas denir diye yazmışlar. Sonra Instagram’dan baktım, “N’aber dasdas?” diye yazılar gördüm. O da bir hoşluk oldu.