Site icon MediaCat

‘Aydın Doğan ‘tasfiye listesi geldi’ dedi’

O, Türkiye’nin en çok okunan yazarlarının başında geliyor. Hürriyet deyince Bekir Coşkun gelir akla bu ülkede. Bu yüzden Habertürk transferinin ötesi, berisi didiklendi de didiklendi. Çok mu para aldı, tasfiye listesinde adı mı vardı, son yazısı mı yayınlanmadı, kovuldu mu? “Emin’le Cumhuriyet’e gittik vaktinde, bizi almadılar” diyen Coşkun’la ayrılığı konuştuk.

Dikiş istediği kadar iyi olsun, kumaş sağlam değilse dikiş tutmazmış. Bekir Coşkun’un hem kumaşı iyidir hem de dikişinden ödün vermez yıllardır. Okuyucusunun kafasına cuk diye oturan giysiler diker o. Elinden çıkan dikişi gören, şıp diye bilir terzisini; etikete gerek yoktur onun yazılarında. Kavga etmez, tartışır. “Aman nolur somurtuk, sert bakışlı çıktıysam o resmimi basma. Güleç bir adamım ben, öyle görünmek isterim” dedi. Çekilen son reklam filminde kimi görüyorsanız o işte. Bekir Coşkun’u nasıl umduysam, öyle buldum, mış gibi yapanlardan değilmiş. Acaba’sız, tereddüt etmeden konuştu Coşkun. Göstere göstere konuştu! Röportaj boyunca gözleri dolu doluydu; hüzünden ziyade, yaşamın kendisinden.

Başka herhangi bir gazeteye gitmeyi düşünmediniz mi?

Bunu ilk defa sana açıklıyorum: Cumhuriyet’ten bizi istemediler. Emin Hürriyet’ten kovulduktan bir kaç ay sonra beraber Cumhuriyet’e gitmeye kalktık. Bir masanın başında çok açık ve resmi bir görüşme yaptık.

Kimler vardı bu görüşmede?

İlhan Selçuk, Mustafa Balbay, Emin Çölaşan ve ben.

Neden istemediler sizi?

İlhan Abi bizimle bir saatlik bir konuşma yaptı. O konuşmadan çıkan özet kibarca şuydu: “Çocuklar gelmeseniz daha iyi olur.” Bunu kasteden bir şeyler söyledi. Hatta arabaya bindiğimizde Emin anlamamıştı. “Anlamadın mı Emin? Gelmeyin dedi bize” dedim.

Peki problem neydi? Ücrette mi anlaşamadınız?

“Sizden bir masa, bir sandalye, bir de yazımı yazacağım köşe istiyorum sadece. Herhangi bir muhabire ne veriyorsanız, bana da o parayı verin yeter” dedim ben. Cumhuriyet’i Hürriyet dağıtıyor ve oraya gitseydim sorun çıkabilirdi anladığım kadarıyla.

Nedir sizin Hürriyet’ten gitmenize sebep olan gerçek problem?

Onu söyleyemem, yarın manşetlerde kıyamet kopar. İnsanın bazı sırları taşıması gerek. Ama şunu demiştim: Ormanda yangın çıktığında kirpi de yanar, çınar da, toprak da. Hürriyet’te yangın çıktığında Emin Çölaşan da yandı, ben de yandım, “Aydın Doğan da yanar dikkat edin” dedim. Ormanı ateşe verdiler çünkü. Bu siyasi iktidar, Türkiye’nin laik cumhuriyetini ateşe verdi. Kimse bunun farkında değil. Bu alevin önünden kaçamayız hiç birimiz, hepimiz tek tek yanıyoruz. Ben çıkarken Hürriyet’e hiç darılmadım. Tek bir duygunun esiriydim oradayken, ki bu çok zor bir şeydir, “Acaba kalıp da zarar mı veriyorum? Acaba ben gidersem bazı şeyler düzelir mi?” duygusu. Diğer taraftan gelip diyorlardı ki: “Bu durumlar biraz senin yüzünden…” Bu gidiş benim tüm kariyerim içindeki en büyük olaydır.

Aydın Doğan’a tasfiye listesini sordunuz mu ayrılmadan önce?

Sordum. “Böyle bir liste geldi mi?” dedim. Geldi, dedi.

Sizin adınız da var mıymış listede?

Adımı sormayı gereksiz gördüm.

Kaç kişilik bir liste gelmiş?

Bilmiyorum, sormadım.

Ahmet Hakan bunun tersini yazmıştı…?

Evet, başbakandan böyle bir liste gelmemiş diye yazdı. Ama ben sordum Aydın Doğan’a ve bana “var” dedi. Başbakandan gelmemiştir belki ama gelmiş. Ben Aydın Doğan’ın yerinde olsam, böyle bir güç olsa elimde,  iktidar yalakası bütün yazarların işine bir gecede son veririm ve ertesi gün siyah başlıklarla çıkarım. Türk toplumunu vicdanlı olmaya, görmeye çağırırım. Aynı şey bütün gazeteler için geçerli. Bugün Aydın Doğan’ın başına gelenlere ses çıkarmayan tüm gazetelerin başına gelecek bir gün aynı şey. Kimsenin kurtuluşu yok bundan! Dinci gazetelere de sıra gelecek. Onlara isim vermeyecekler mi? Verecekler.

Eyüp Can’ın getirileceği konuşuluyor Ertuğrul Özkök’ün yerine. Nasıl bir karar olur bu sizce?

Hata ederler. Ertuğrul Özkök iyi bir gazetecidir ve bu kadar yıldır Hürriyet’i yönetiyor. Ama patron açısından çok zorunluysa, Ertuğrul iktidara ters geliyorsa eğer o başka. Gerçi o da iktidara ters gelmemek için Umreye falan gitti ama… Faydası olduysa iyi. Aman canım olmadıysa da bir de Hacca gider, olur biter! Zaten eğer gönderirlerse Ertuğrul’u, o zaman benim ne kadar haklı olduğum ortaya çıkar.

Asker nasıl görünüyor gözünüze şu anki tabloda?

Askerin canını okudular, ben size söyleyeyim. Asker, hiçbir zaman bu şekilde bir duvara çarpmamıştır. Asker, şu anda yumruk yiyen boksör durumunda. Güçten düştü. Her yeni gün özel hayatlarıyla ilgili şeyler yayınlanırsa hangi kurum çökmez söyler misin bana? Darbe konusunu önlemek isterken, askerin tüm kademelerine o korkaklığı, ruhsuzluğu, bıkkınlığı yerleştirdiler. Ve bu kötü, sağlıksız bir şey. Lazım olduğunda ne yapmayı düşünüyorlar acaba? Tek tek insanların özel hayatına giriyorlar, karılarının, kızlarının, oğullarının ne yaptığına bakıyorlar. Yatak odalarının içine kadar sızıp gözetleyebiliyorlar. Orgeneraller, yüksek düzeyde bürokratlar tuvalete giderken bile huzurlu değiller. Biliyorum, anlatıyorlar bana çünkü. Herkes korku ve panik içinde. Bunun tek adı vardır: Faşizm.

Röportaj: Selin Akıncı

Röportajın tamamını MediaCat Kasım sayısında okuyabilirsiniz.

Exit mobile version