Yarışmada Türkiye’ye üç ödül birden kazandırmanın yarattığı yoğun ilgiyle çok sayıda Amerikalı meslektaşla tartışma ve adayları analiz etme imkânı bulmuştum. Her iki partide ön seçimler devam ediyordu. Demokrat Parti’de devam eden ön seçimde güçlü bir Bernie Sanders rüzgarı esiyordu.
Yıllardır Demokratlara hizmet eden tecrübeli bir siyasi danışman dostumla sohbet ederken, konu açıldı ve bana o hafta yapılmış önemli bir araştırmayı gösterdi. Araştırmaya göre, Bernie Sanders hangi Cumhuriyetçi aday ile karşılaşırsa karşılaşsın Kasım’daki başkanlık seçimini açık ara kazanıyordu. Sanders, adil paylaşımı vaat eden sosyalist pozisyonuyla sistemi sarsacak gibi görünüyor ve özellikle genç seçmenleri motive edebiliyordu.
Ama Hillary Clinton hangi Cumhuriyetçi adayla eşleşirse eşleşsin, Kasım’daki seçimi kaybediyordu. Tek istisna Trump’tı. Trump’ın dünyayı irite eden çirkin dili ve aşırı sağ pozisyonu Hillary Clinton’un kazanmasına yardım ediyordu. Bütün mesele, Clinton’un bu muazzam fırsatı kullanıp kullanamayacağıydı. Kullanabilirse Demokratlar üç dönem üst üste Beyaz Saray’ı ellerinde tutabileceklerdi.
Trump’ın beklenmeyen performansı
Çok değil, henüz bir yıl önce Donald Trump’ın ABD’ye başkan olması ihtimali ciddiyetle konuşulabilecek bir konu bile değilken, bugün artık kimse bu ihtimale “imkânsız” diyemiyor. Son bir kaç haftada anketler, ulusal bazda yarışın kafa kafaya geldiğini gösteriyor. Resmî adaylıkların kesinleştiği yaz ortalarında iki aday arasında net 8 – 10 puanlık bir fark varken, Eylül sonunda bu fark iki puana kadar gerilemişti. Anketlerin hata marjı dikkate alındığında, belki de böylesi bir fark bile yok.
Bu nasıl olabildi? Tabii ki stratejiyle. Ve konumlandırma becerisiyle. ABD’deki uzun seçim takvimi, bir iş adamı ve apolitik bir TV şovmeni olan Donald Trump’ın görülmemiş bir başarıya imza atmasına imkân sağladı.
Kısacası Trump, 2016 ABD Başkanlık Seçimlerindeki beklenmeyen performansıyla siyaseti ve siyasi seçim kampanyası oyununu belki de etkisi uzun yıllar sürecek şekilde değiştirdi.
Trump’ın stratejisi ve dili
İlk günden itibaren kullandığı net ve meydan okuyan stratejisi ile Trump, Cumhuriyetçi Parti içinde kendisine karşı yarışan ağır topları tek tek elemişti. Güvenlik stratejisiyle başlamıştı. Aynı stratejiyle yoluna devam ediyor. Bu konudaki en son filmlerinden biri olan İki Amerika adlı reklam filminde Clinton’ın Amerika’sını ve kendi Amerika’sını net olarak tarif ediyor.
Her ne kadar kendisi sistemden sonuna kadar yararlanmış bir iş adamı olsa da, Trump, Orta Amerika’nın orta sınıf ve özellikle de beyaz seçmenini sisteme karşı kışkırtıyor. Sistemden hoşnutsuz olanların kalbine hitap edebilmek için her yolu deniyor. Özellikle sistemin dışında kalan veya kaybeden beyaz seçmene sesleniyor ve “Biliyorum kızgınsınız. Çünkü ben de kızgınım” diye sesini yükseltiyor.
Kısa konuşuyor. Basit ve kesin bir dil kullanıyor. Belki, bir siyasetçi için fazlasıyla basit bir dili var. Destekçileri kıvrak zekasını, kimseyi iplemeyen hazır cevaplığını seviyor. Kendine güvenli. Pek çok kişi bu güveni “cahil cesareti” olarak yorumluyor. Çoğu kez kasten kullandığı ayrıştırıcı diliyle ve günlük olaylara verdiği anlık reaksiyonlarla, kendi kitlesinde güçlü ve eğlenceli bir figür olarak kabul ediliyor.
Öte yandan dilinin kemiği yok. Bu dilin bir başkan adayına uygun inceliğe sahip olduğunu kabul edecek neredeyse kimse yok. Kampanyasının Hillary ile olan ikinci aşamasına “Sahtekar Hillary” diye seslenerek başlamıştı. Bu konuda bir reklam filmi bile yaptırdı.
Siyasi doğruculuk gibi bir derdi hiç yok. “Amerika’nın siyasi doğruculukla uğraşacak vakti yok. Çünkü başımız dertte. Artık kazanamıyoruz. Ticarette Çin, sınırlarda Meksika bizi dövüyor. Önüne gelen bizi yeniyor. Ben seçilirsem Çin’i sürekli döveceğim” diyor. Japonya’ya karşı da tavrı aynı. “Japonlar bize milyonlarca otomobil satıyor. En son ne zaman Tokyo’da bir Chevrolet gördünüz? Amerika için neyin doğru olduğunu ben bilirim” diyor.
Siyasi doğruculuk derdi olmadığı gibi, Trump’ın kişisel doğruluk derdi de yok. Pek çok önemli konuda bir gün öyle bir gün böyle konuşabiliyor, davranabiliyor. Sık sık yalan söylediği ifade ediliyor. Gerçekten de bazı konularda gerçeklerle pek de örtüşmeyen şeyler söylediği ortaya çıktı. Ama özür dilediği hiç görülmedi.
Siyaseten pek çok önemli konudan bihaber bir görünüm arz ediyor. Bir konuda sıkıştırıldığında veya önemli sorunların çözümü konusunda ne önerdiği sorulduğunda “Şimdiden bunları söyleyip, düşmanlarımıza kopya vermek istemiyorum” diye sıyırabiliyor. Bir diğer ifadeyle Trump kendisini, Amerikalı seçmene büyük fotoğrafa odaklanan, büyük meseleleri çözebilecek olan ve o nedenle de detaylarla pek ilgilenmeyen büyük adam olarak satıyor.
Seçmenleri ise gerçekte her meseleye sahip olduğu ve hayatın her alanında süper hazırlıkları olduğu için değil, sistemi sarsabileceğine inandıkları için Trump’ı destekliyorlar. Gerçekler veya entelektüel düzey onlar için çok da önemli değil. Yeter ki, Trump “Amerika’yı yeniden büyütsün!”
Saldır saldırabildiğin kadar!
2016 ABD Başkanlık Seçimleri kampanyası şimdiye kadar hatırlanan en çılgın başkanlık kampanyası. Bugüne kadar görülmüş en az sevilen adaylar ve en kalifiye ile en az kalifiye başkan adayları yarışıyor. Ve ilk defa bir aday rakibine aklına ne gelirse söyleyebiliyor ve bunlar yanına kâr kalabiliyor.
Bu kampanya siyasi yorumcularının habire “Buraya kadar! Donald Trump artık çok ileri gitti” demeleriyle ve her seferinde yanıldıklarını anlamaları ve sadece birkaç gün içerisinde çok daha büyük bir feveran ile yorum yapmaya zorlanmalarıyla hatırlanacak.
16 Haziran 2015’te, tüm Meksikalı göçmenleri “suçlu” ve “tecavüzcü” ilan etti, Meksika sınırına dev bir duvar öreceğini ve masrafını da Meksika’ya ödeteceğini söyleyerek vaatte sınır tanımadığını kanıtladı. Üç ay sonra, ülkeye kaçak yollarla gelen 12 milyon göçmeni sınır dışı edeceğini söyleyerek Latin karşıtlığına yeni bir seviye getirdi. Arkasından da yasal yollarla girseler dahi Müslümanların ülkeye girişini yasaklayacağı şeklindeki vaadi geldi.
Trump parti içinde de doğrudan rakibi olmayan çeşitli isimlere eleştiri oklarını yöneltti. Senatör John McCain’i hor gören bir dil tutturdu. Dahası, 12 yıl önce Irak’ta bir intihar bombacısı tarafından öldürülen Müslüman bir yüzbaşının madalyalı ailelerini bile meşru hedef ilan etti. Yetmedi Papa Francis’e saldırdı. Bu sene yaz aylarında ise Obama’yı IŞİD’in “kurucusu” ilan etti. Bunu yaparken Vladimir Putin’i bir lider olarak yüceltti.
Bu ölçüsüzlüklerden herhangi biri bile bir başka adayı çökertmeye yeterdi. Buna karşın Donald Trump söylediği şeylerden hiçbiri için özür dilemedi veya sözleri için herhangi bir bedel ödemedi. Medyada hep daha fazla yer edinmeye ve her gün gündemi belirlemeye devam etti.
Pek çok kişi özellikle medyanın bu tutumunu çifte standart olarak yorumluyor. Oysa destekçilerinin gözünde Trump dolambaçsız bir savaşçı. Ne zaman argo ve seviyesiz bir dil kullansa, “işte bu, adamın dilinin sansüre ihtiyacı yok” diye yırtınıyorlar. “Donald, yine Donald’lık yapıyor!”
Hillary Clinton avantajlarını tek tek heba ediyor…
Öte yandan Hillary Clinton, belki de Amerikan başkanlık tarihinin en eğitimli, en tecrübeli, başkanlığa en hazır adaylarından biri. İlk kadın aday olması ve Demokratik Parti’nin sevgilisi olması ise bir başka avantajı. Keza Latino ve Afrika kökenli Amerikalı seçmenler nezdindeki Clinton soyadının sarsılmaz gücü de Hillary Clinton’un yanında. Trump kendini bir türlü Cumhuriyetçi Parti’nin esas oğlanı olarak kabul ettiremezken, Demokratik Parti seçim makinasının tümüyle Hillary’nin emrine amade olması da cabası.
Ama olmuyor. Tümüyle sistem dışından gelen, yarı cahil bir işadamı, dürüstlükten bi haber bir profil sergileyen Trump onu tehlikeli bir biçimde zorluyor. Oysa şimdiye kadar Clinton’ın Trump’tan kilometrelerce önde olması gerekirdi. Eğer Trump’a karşı yarışı kaybederse bu duruma Hillary Clinton bizzat kendisi neden olacak.
Çünkü Hillary fazlasıyla geleneksel. Renksiz. Duygusuz. Bir türlü heyecan ve momentum yaratmayı başaramıyor. Kendisi neredeyse Amerika’daki statükonun ve müesses nizamın ete kemiğe bürünmüş hali. Onun bu pozisyonu o kadar öne çıkıyor ki, ülke tarihinin ilk kadın başkan adayı olduğu gerçeği bile çoğu kez unutuluyor.
Çünkü Hillary Clinton eski iki hatasını da tekrarlıyor. Öncelikle net bir odağı yok. Son iki yılda rakibi tek bir slogan ve stratejide istikrarlı bir şekilde iletişimini sürdürürken, Hillary Clinton slogan üstüne slogan kullanıyor. Sırasıyla “Birlikte daha güçlü”, “Bizim için mücadele ediyor” ve “Onunlayım”.
İkinci hatası mesajda karmaşık bir yol tercih ediyor olması. Her konuda konuşuyor, uzun uzun konuşuyor. Bunca mesaj karmaşası arasında belki de öne çıkabilen tek önemli mesajı, Trump’ın seçilmesinin kıyametle eş anlamlı olacağı… Bu yüzden kendisini tek ve doğru seçenek olarak konumlamaya çalışıyor. Dili fazlasıyla elit ve entelektüel. Ad Age’te bir makalesi yayınlanan Simon Dumenco, Hillary Clinton’ın bu konuda zirve yapan hatalarını üst üste sıralıyor ve “Donald Trump’ın Göçmen Mürekkep Lekesi””isimli filmini örnek veriyor. Bir psikolojik test yönteminden yola çıkarak yapılmış sözkonusu soyut ve animasyon film, Trump’ın göçmenlerle ilgili bilinen tüm söylemlerini kendi sesinden kullanarak güya onu mahkum ediyor.
Clinton hâlâ kazanmaya yakın
Donald Trump, Clinton ile arasındaki seçmen desteği farkını kapatıyor. Belki Trump, ön seçimlerde gösterdiği ivmeyi yeniden yakalayabilir ve Clinton’dan daha üstün bir performans sergileyerek farkı sıfırlayabilir ve hatta bir miktar öne geçebilir.
Ama iş sadece seçmenden elde edilecek oy ile bitmiyor. Çünkü ABD Başkanlık Seçimlerinde seçmenler doğrudan başkanı seçemiyorlar; başkanı seçecek olan delegeleri seçebiliyorlar. Ulusal çapta 50 eyaletten toplam 538 delege seçiliyor. Sonuçta 270 delege toplamayı başaran aday ABD başkanı seçiliyor. Delegelerin seçimi konusunda ise her eyaletin başka bir seçim kanunu var. Bazı eyaletlerin çıkardığı delegeler, adayların aldıkları oy oranına paralel biçimde paylaştırılırken, bazı eyaletlerde tek bir oy bile fazla alan aday “kazanan hepsini alır” (winner takes all) kuralına göre tüm delegeleri elde edebiliyor.
Bu nedenle de grafikte de görüldüğü gibi Clinton’un yarışı kazanma olasılığı hala yüzde 54. Çünkü Demokrat Parti’nin geleneksel oy deposu konumundaki eyaletlerden elde edilecek delege sayısı daha yüksek. Ve bu nedenle Ohio, North Carolina, Florida gibi bazı eyaletlerin vereceği karar seçimin kaderini tayin edecek.
Nisan ayında Charleston’daki C&E Reed Ödül törenleri sırasında benimle Clinton – Trump eşleşmesine ait büyük veriye dayalı analizleri paylaşan ve Clinton’ın sadece Trump’a karşı kazanabileceğine ilişkin fotoğrafı görmemi sağlayan Amerikalı Demokrat danışman dostumun öngörüsünün de ne denli doğru çıkacağını seçim günü göreceğiz. 8 Kasım’da Amerika kimi seçerse seçsin, kesin olan şu ki, 9 Kasım sabahı sistem bir kez daha kazanacak.
İlerlemek için sayfa numaralarını kullanabilirsiniz.
Ohio Maviye döndü, Clinton’ın kazanma şansı arttı
John Aristotle, Aristotle ve Predictit.com Başkanı
Clinton, Ohio delegelerini almada favori gösterilirken, bahisçiler Ohio’da yarışan Cumhuriyetçi aday Rob Portman’ın tekrar Senato’ya gönderileceğini düşünüyorlar.
Ülke genelinde ise şu anki fiyatlarla bahisçiler, Clinton’ın 340 ve Trump’ın 197 ise delege kazanmasını bekliyor. Bu oranlar bahisçilerin, seçimi kazanacak adayın 340 – 359 delege elde edeceği ve senetlerin 23 sentten işlem göreceği beklentileriyle tutarlılık gösteriyor. Bundan sonraki en olası sonuç, 20 sentle 320 – 339 oy. Özetle Kasım ayında başkanın kim olacağına dair piyasada, Clinton 64 sentle, 36 sent seviyesindeki Trump’la kıyaslandığında önde gidiyor.
İlerlemek için sayfa numaralarını kullanabilirsiniz.
Biri aldatıyor, diğeri dövüyor!
Nancy Todd, Uluslararası Siyasi Danışmanlar Derneği (IAPC) Başkanı
Yarış iki yıla yakın bir süredir devam ediyor ve toplumda çok derin bir bölünme yarattı. Öte yandan inanıyorum ki, sürece henüz şahit olmadığımız pek çok yönden zarar verdi. Hillary Clinton, sitemin mevcut ve şu ana kadar yaşanan şeklini temsil ediyor. Pek çok insan, Hillary döneminin Bill Clinton döneminin bir devamı olacağı ama Obama rejimine de çok fazla benzemeyeceği gerçeğiyle teselli buluyor. Buna rağmen Hillary Clinton, eşinin sahip olduğu seçmen desteği oranlarına sahip değil. Ben o oranlara asla erişemeyeceğini de düşünüyorum. Hillary Clinton’ın oldukça zeki bir kadın olduğu aşikâr. Ancak ona karşı seçmenlerin hissettiği güven oranı, evlilik dışı ilişkisinin konuşulduğu dönemde Beyaz Saray’da zor günler geçiren eşinden bile daha düşük seviyede.
Diğer yandan Donald Trump, sistemin bozuk olduğuna inanan ancak nasıl düzeltileceğini bilmeyen ya da tek başlarına seslerinin bir fark yaratmayacağını düşünen herkesi kutuplaştırdı. Trump, ülkede çoğu insanın hissettiği ancak dile getirecek platform bulamadığı şeyleri söyleyerek, ülkenin unutulmuş insanlarıyla ortak bir dil ve frekans yakaladı. Her ne kadar yaşadığı hayatın, sıradan insanların hayatlarıyla pek ortak bir yanı olmasa da, Trump, sistemin kendilerini unuttuğunu düşünen insanlara dokunabilecek bir mesaj vermeyi başardı.
“Yasadışı göçmenleri dışarı atın”, “Temizleyin”, “Amerika’yı geri alın” gibi temalar, Amerikalıların büyük bir bölümüyle ortak bir frekans yakalayabilen mesajlar. Trump, Amerikan seçmeninin unutulmuş bir alt grubunu kutuplaştırmayı başardı ve sanıyorum ki, seçmenlerin bu seçime katılım oranı önceki seçimlerden daha yüksek olacaktır. Ayrıca verdikleri oyun hiçbir fark yaratmayacağını, kime oy verirlerse versinler sistemin aynı şekilde işlemeye devam edeceğini düşünen ve bu nedenle yıllardır oy vermeyen büyük bir seçmen kitlesinin de Kasım’da sandığa gideceğini tahmin ediyorum.
Hillary Clinton, zorlu zamanlarda ABD Dışişleri Bakanı’ydı. İşleri iyi idare etti. Clinton’ın, işlerin çok fazla yolundan çıkmasına izin vermeyeceğini bilmek insanları rahatlatıyor. Fakat Trump, haklı olduğunu ispatlamak için her şeyi yapabileceğine ve herkesle savaşabileceğine ilişkin bir mesaj veriyor. Bu doğru mesaj olmayabilir.
Hillary Clinton’ın, Amerika için Trump’ın tehlikeli olduğunu işleyen seçim kampanyası doğru ve seçmenle aynı dili konuşan bir kampanya. Ben olsaydım, onun mesajını bir adım daha ileri götürür ve “Evet sistemi temizlemeliyiz, evet değişime ihtiyacımız var. Ama güvende ve doğru ellerde olduğumuzu da bilmemiz gerekiyor” derdim. Clinton, bu tür bir mesajı tercih etmek yerine statükodan yana oldu. Ben bu tercihin ciddi bir hata olduğuna inanıyorum. Ortalama bir Amerikalı, işlerin aynı şekilde devam etmesini istemiyor. Çünkü bir çoğumuz, işlerin çok daha güzel olduğu zamanları hatırlayacak kadar uzun bir süredir buralardayız.
Donald Trump’ın verdiği mesajlar ya kendisiyle ilgili, ya da tam bir saldırı şeklinde oluyor. Trump’ın bu konuda çok ileri gittiğini düşünüyorum. Artık ülke ile ilgili bazı gerçekleri ortaya koyarak onların tartışılmasına izin vermesinin kendisi için daha iyi olacağına inanıyorum.
Tüm bunlara rağmen mevcut durumda, Hillary Clinton’ın seçileceğine inanıyorum. Çünkü risk almaları ve kendilerini rahat hissettikleri alanın dışına çıkmaları için çok kuvvetli ve elle tutulur bir neden sunulmazsa, seçmenlerin “bilinmeyen” yerine “bilinene” oy verme eğilimi vardır.
Trump, kendisini farklılaştıracak bir yola çıktı ancak, sonrasında çok ileri gitti. İnanıyorum ki, seçmen bildiği şeye geri döneceklerdir.
Bana, 2016 ABD Başkanlık seçimini nasıl değerlendirdiğim sorulduğunda özetle cevabım şu şekilde oluyor; bu seçim evlenmek isteyen ve bunun için iki koca adayıyla birden çıkan kadının durumuna benziyor. Adaylardan biri kadını aldatıyor, diğeriyse dövüyor… Sanırım sürmekte olan yarışın gerçek özeti bu.
İlerlemek için sayfa numaralarını kullanabilirsiniz.
Kadınlar ve Amerikan Başkanlık Seçimi
Kristina Wilfore Karakoyun, Karakoyun Strategies Başkanı
Clinton ve Trump arasındaki kampanya mücadelesi tahmin edildiği gibi son haftalarda iyice artarken, anketler Trump’ın oylamada tarihi bir cinsiyet ayrımına katkıda bulunabileceğini belirtiyor. Cinsiyet ayrımı seçimi kazanan belirli bir aday için oy veren kadınlarla, aynı adaya oy veren erkeklerin yüzdesi arasındaki farktır. Kadınlar ve erkekler aynı adayı destekleseler dahi, bunu farklı düşüncelerle yaparlar ve bu düşünceler de cinsiyet ayrımını oluşturur.
Virginia Üniversitesi Siyaset Merkezi’nin analizine göre kadınların oy kullanma hakkı elde ettikleri 1920’deki federal seçimlerden 1976 başkanlık seçimlerine kadar kadınlar ve erkekler genel olarak her iki partinin adaylarına eşit oranlarda oy veriyorlardı. 1980’lerde her şey değişti. Ronald Raegan kadınların değil, sadece erkeklerin önemli bir bölümünü Cumhuriyetçi Parti’ye kaydırdı. O zamandan itibaren tüm başkanlık seçimlerinde kadınların ve erkeklerin oylarında dikkate değer bir bölünme yaşandı. 1980’den itibaren (1992 istisna) tüm seçimlerde en az yüzde 10’luk bir cinsiyet ayrımı yaşandı. 2012 seçimlerinde Mitt Romney’ye karşı kadınlardan yüzde 10 daha fazla oy alan Başkan Barack Obama, kadınların tercihi sayesinde sandıktan galip çıktı.
Pew Araştırma Merkezi anketine göre bu sene yaz ayları boyunca Clinton lehine 16 puanlık bir cinsiyet ayrımı vardı. Son günlerde bu oran azalmasına rağmen, cinsiyet ayrımı hâlâ büyük önem arz ediyor. Öte yandan Cumhuriyetçi kadın seçmenlerin yüzde 72’sini alacağı anlaşılan Trump, 2012’de bu seçmen blokunun yüzde93’ünü alan Mitt Romney’ye göre daha az desteğe sahip.
Trump’ın taraftarlarının ana demografik temelini, Hillary’nin daha az destek bulabildiği üniversite eğitimi almayan beyaz erkekler oluşturuyor. George Washington Üniversitesi tarafından yapılan bir başka ankete göre ise Afro-Amerikalı ve Latin erkeklerden oluşan “Yükselen Amerikalı Seçmenler” arasında genel demografik eğilim Hillary’nin tarafında.
ABD’de seçmenlerin yüzde 53’ünü kadınlar oluşturuyor. Bu nedenle Hillary seçimleri kazanmak için beyaz erkeklerden kaybettiği destek oranında kadınların desteğini alabilmeli. Bu durum özellikle seçimin sonucu belirlemede etkili olacak olan kararsız eyaletlerdeki partisiz kadınlar için önemli. Hillary’e derin bir sevgi duymasalar bile, Trump’ın kadınlar ve özürlüler hakkındaki tartışmalı ve aşağılayıcı sözleri yüzünden bu kadınların Hillary’yi desteklemeleri sürpriz olmayabilir.
Mesaj ve stratejik pozisyonlama konusunda Hillary kampanyası yayınladığı filmlerde Trump’ın kadınlara ilişkin bilinen görüşlerini kendi ağzından seçmene yeniden sunuyor ve soruyor: “Kızlarımız için istediğimiz Başkan bu mu?”
Hillary Clinton’ın Başkanlık yarışında başarılı olup olmayacağı hala belirsiz. Ancak, kesin olan bir şey var ki bir seçmen bloku olarak kadınlar, eşitlik ve kadın hakları konusunda bu kez çok daha önemli olacaklar. Clinton’ın muhtemel zaferi, sadece ekonomik açıdan değil, Amerikalı kadınların siyaseten mevzi kazanması adına da anlamlı olacak. Diğer yandan, Trump’ın muhtemel zaferi, kadın hakları konusunda bir kırılma yaratacak ve Trump’ın kadınları ve kızları marjinalleştiren söylemlerine meşruiyet zemini yaratacak. Bu olasılık ise yeniden ve güçlü bir kadın hareketini tetikleyecek gibi görünüyor.
İlerlemek için sayfa numaralarını kullanabilirsiniz.
Engagement Big Data’ya karşı
Matthew A. McMillan, Buzzmaker Başkanı
Bana sorarsanız uzun süredir herkes hazır, ki seçim kampanyası döneminin geçen yılın başından bu yana devam ettiği düşünülürse bu gayet doğal. Hillary Clinton 2015 baharında, Donald Trump ise aynı yılın yazında adaylığını açıklamıştı. Geçen yılın Ağustos ayında başlayan “primary debate”ler, bu yılın ilk yarısı boyunca devam eden primary’ler ve şimdi de kongreler derken epeyce uzun bir süreç geçildi. Dolayısıyla insanların hazır olduğunu, hatta dürüst olmak gerekirse hazır olmanın da ötesinde, bu işin artık neticelenmesini ve hayatlarına devam etmeyi beklediklerini söyleyebiliriz. Bu ABD’deki seçim sistemiyle alakalı elbette. Burada Avrupa’dakine kıyasla hayli süreğen bir sistem var. Orada 30 veya 60 gün kadar süren “seçim dönemi” ABD’de iki yıla yayılıyor.
Peki, bizzat kampanyaları değerlendirmenizi rica etsek, özellikle de adayların online taraftaki performanslarını. Kim daha iyi bir iş çıkarıyor dersin?
Hillary Clinton bu iş için yıllardır hazırlanıyorsa da kampanya organizasyonuna geçen yılın başlarında start verdi. Kılı kırk yararak bir makine tasarladılar ve bu makinenin onlara sağladığı en büyük katkı veri analizi oldu. Her gün ama her gün devasa örnekleme sahip anketler hazırlıyorlar ve potansiyel çekişmeli seçim bölgelerini ve bu bölgelerdeki çekimser seçmen gruplarını analiz ediyorlar. Seçmenlerde mikro düzeyde yaşanan değişimleri takip edebiliyorlar. Dolayısıyla kamuoyu yoklamalarını pek de ciddiye almıyorlar çünkü her seçmeni, ikna edilebilir olup olmadıkları özelinde değerlendirip kime oy vereceklerine dair çıkarımlarda bulunabiliyorlar. Hangi seçmenlere ulaşmaları gerektiğini net biçimde biliyorlar ve bu yüzden gayet hazır olduklarını söyleyebilirim.
Trump’ın kampanyası ise alışık olduğumuz, geleneksel kampanyalardan ayrışıyor. Donald Trump reality show ve eğlence dünyasından gelen; on yıllardır iş odaklı bir “eğlence” figürü olarak varlığını sürdüren biri. Medyanın ve kişisel markasının gücünü kullanmayı planladı ve haber akışlarında kendisini merkeze alacak anlatılar geliştirerek kendisini “güçlü bir lider” olarak konumlandırdı. Bu çok büyük oranda bir markalama ve konumlandırma hamlesi. Kendilerini Donald Trump’a yakın gören seçmenler arasında yapılan bir anket, bu insanların “güçlü lider” figürlerinden hoşlandıklarını ortaya koyuyor. Donald Trump tarihte sıkça rastladığımız, bugün de aramızda olan güçlü erkek siyasetçi figürünü seçti ve kendisini böyle konumlandırdı.
Kampanyaların dijital ayaklarına gelince, Donald Trump’ın sosyal engagement rakamlarına bakılırsa net biçimde önde olduğunu görebilirsiniz…
Kendisini sevmeyen insanların dahi “negative PR”la ona ister istemez destek oldukları görüşüne katılıyor musun?
Buna belli ölçüde katılırım ancak Donald Trump’ın Facebook sayfasına gider ve yorumları okursanız troll sayısının oldukça düşük olduğunu görürsünüz. Orada 10 milyonun üzerinde, Twitter’da da birkaç milyonluk bir takipçiye sahip. Ancak bu istatistikler dijital kampanyalara dair en önemli veriler değil kesinlikle. Dijital kampanyaların en mühim yanı, adaylar arasında kararsız olan seçmenleri tespit edip onlarla konuşmak ve bu konuda henüz karar vermemiş insanları seçim günü sandıklara gitmeye ikna etmektir.
Hilllary Clinton sosyal medyayı ağırlıklı olarak insanların seçim günü sandık başında olmalarını sağlamak için kullanıyor dolayısıyla onun kampanyasında Donald Trump’ınki gibi devasa rakamlar görmememiz gayet doğal.
Bu konuda değinilmesi gereken bir başka husus Donald Trump’ın dijital kampanyası için harcadığı para. The Hill’de yayınlanan bir makale Trump’ın harcama reytinigi ortaya koyuyor. Dijitalde bağış toplamak için 8 milyon dolar harcayıp 9,5 milyon dolar toplamış durumda ki bu da çok çok yüksek bir harcama reytingi…
2000’de mail, 2008’de sosyal medya, 2012’deyse big data seçimlerde kritik rol oynadı. Bu seçimlerde kilit rol oynayacak olan değer ne olacak dersin?
Bu sorunun yanıtı Trump’ın kazanıp kazanmayacağına göre değişir. Engagement tarafında galip geldiği kesin. 9 Kasım günü cevabı merak edilen konu şu olacak, sosyal medyayı bu şekilde kullanmak ve günün neredeyse her saati televizyonda bir şekilde yer almakla geleneksel seçim kampanyalarına bir alternatif oluşturmak mümkün mü? “Eğlence”yi seçim kampanyasının ana unsuru olarak konumlandırıp kazanmak mümkün olur, “reklamın iyisi kötüsü olmaz” öğretisi kazanırsa bu seçimin hikâyesi de bu olur. Ancak seçmenlerdeki mikro hareketlilikleri görmenize imkân sağlayan big data hâlâ hikâyenin oldukça önemli bir kısmı, onu göz ardı etmemek gerekiyor.
Sence kim kazanır?
Büyük olasılıkla Hillary Clinton galip gelecek ancak bu insanların sandığından ve bence olması gerekenden düşük bir farkla gerçekleşecek. ABD’nin ilerlemesine yönelik asıl sıkıntıysa şu ki Donald Trump özellikle ırk, din ve kültür üzerine daha evvel asla ana akımda olmayan bazı fikirleri oraya sokmayı başardı. Beni asıl düşündüren şey Trump’ın bu seçimi kazanıp kazanmaması değil; 2020’de veya 2024’te kendisinin biraz daha kibar bir versiyonunun bu fikirlerle kazanması olur. Trump bir şekilde İslamiyet gibi, çeşitlilik gibi birçok değere karşı olumsuz fikirler üretti ve üzücü ama gerçek şu ki birilerinin gelip bu fikirler ve bu stille kazanması sadece zaman meselesi…
İlerlemek için sayfa numaralarını kullanabilirsiniz.
Geçmişteki Hiçbir Seçime Benzemeyen Bir Başkanlık Seçimi
Ken Feltman, Radnor Danışmanlık Başkanı
Suçlama oyunu
Bazıları adayları suçluyor. Bu seçim, hatırladığımız hiçbir seçime benzemiyor. Manşetlerin, anketçilerin ve siyasi danışmanların üzerinde uzlaştıkları tek bir konu var: Hillary Clinton ve Donald Trump, nesiller boyunca karşılaştığımız en sevilmeyen iki aday. Modern politik araştırmalara ve anketlere göre her iki aday da, seçmenlerin yarısından fazlası tarafından sevilmiyor ve güvenilmiyor. Böyle bir başkanlık seçimi ilk kez oluyor.
Pek çok insan medyayı suçluyor. Doğrudur; televizyon kanalları, dikkatleri kırdıkları potlara –ve maalesef çok fazlasıyla var –ve çirkin demeçlerine çekerek, adayların bu sevilmeme durumlarını suiistimal ettiler. Trump, halkın en az üçte biri tarafından ırkçı ve cinsiyetçi kabul ediliyor. Cahilce veya basitçe yanlış görülecek şeyler söylemeden, bir kampanya konuşması veya televizyon röportajı yapamıyor gibi görülüyor. Trump’ın konuşmalarına kıyasla daha düzgün olsa da Clinton’ın demeçleri, aynı ölçüde zarar veriyor. Bayan Clinton’ın kaçamak cevap vermek gibi bir eğilimi var ve bu nedenle bir şeyler sakladığı intibaı yaratıyor. Bingazi, e-posta meselesi veya kendi sağlığı konularında olduğu gibi.
Diğer seçmenler, “politik sınıfı” suçluyorlar –kampanya danışmanlarını (pek çok seçmen, hepsinin yozlaşmış insanlar olduğunu düşünüyor), televizyonlarda durmadan “konuşan kafaları” (adayları art niyetli sorularla beslediklerine ve tuzaklarına düşen adayların üzerlerine yüklendiklerine inanılıyor) ve anketçileri (en kötü ihtimalle taraflı ve önyargılı, en iyi ihtimalle beceriksiz oldukları düşünülüyor).
Seçmenler bıkkın. Çünkü anket sonuçları hiçbir adayın öne geçip, liderliğini sürdüremediğini göstermeye devam ediyor. Seçmenler buna alışkın değil. Eğer bu iki sevilmeyen adaydan biri öne geçip, açık ara bir liderlik yakalayabilse, bu durum seçmenleri sevindirecek. Bu sayede, seçmenler tüm bu saldırıları ve olumsuz reklamları dinlemek zorunda kalmayacak. Öğrendiğimiz kadarıyla bazı seçmenlerin kimin kazanmakta olduğunu belirlemek için bir yöntemi var: Önde giden adayın negatif kampanya yapmayı bırakarak pozitif bir yaklaşımı benimsediklerine inanıyorlar. Arkadan gelen aday, daha umutsuz bir durumda oluyor. Seçmenlerin inancına göre umutsuz adaylar daha çok şeyi deneme ve daha fazla saldırma eğiliminde oluyorlar.
Farklı danışmanların, anketçilerin, gazetecilerin ve siyasi analistlerin, ülkeyi ziyaret eden Avrupalılara verdikleri çelişkili tahminleri açıklamaya çalıştım. Bu arada, bir İtalyan yanıma geldi ve siyasi danışmanların güvenilmez olduklarını anladığını söyledi. O zaman “Bana neden güveniyorsun?” diye sordum: “Bunları sen bu şekilde sunuyorsun. Hepiniz aynısınız” dedi yanımdan ayrılırken. Tuş!
Bölmek, bütünleştirmekten daha iyi bir strateji mi?
Demokratlar da, Cumhuriyetçiler gibi bölmeyi bütünleştirmekten daha kolay buluyorlar. Seçim sonucunu belirleyecek olan kilit eyaletlerden gelen anket sonuçları, Clinton seçim kampanyasını endişelendiriyor. Yerel Demokrat Parti yetkilileri, finansal destekçiler ve gönüllüler alarm zillerini çalıyorlar. Yaşadıkları yerde, Washington’da uzakta, güvenilir Demokrat oyların nasıl kayıp gittiğini görüyorlar. Bazı eski Demokrat seçmenler Trump tişörtleri veya rozetleri atkıyorlar. Diğerleri, komşularının kapılarını çalmaya gönüllü olmak için bu yıl birden “çok meşgul” olmaya başladılar.
Bu dağılmayı yavaşlatmak için Clinton kampanyası yetkilileri, sözde en yüksek bağışçılarına ve parti yetkilerine özel bir iş yazışmayı, iyi ilişkiler içinde oldukları gazetecilere sızdırdılar. Bu yazışmada, Hillary Clinton’ın Beyaz Saray’a ulaşmak için izleyebileceği “pek çok yol” tartışılıyordu. Yazışmada Clinton’ın sadece belli başı eyaletleri kazanmak istemediği açıkça belirtiliyordu. Mesaj şuydu: “Eğer alışageldik biçimde Demokrat olan eyaletiniz Trump’a kayma sinyalleri gösteriyorsa, bu konuda endişelenmenize gerek yok. Eyaletiniz ülkenin genel çizgisi dışına çıkıyor demektir. Çalışmaya devam edin. Para gönderin. Clinton, başka yerlerde kazanıyor. Seçim günü her şey yoluna girecek.”
Partiyi terk etmeye başlayan alt tabaka Demokratların, yine de ikna olmama ihtimallerine karşın yazışmada, Donald Trump’a karşı alınacak zafer için daha az sayıda ve daha zorlu yoldan bahsediliyor. Siyasi konulara yoğunlaşan bir Washington gazetesi olan Politico, bu iç yazışmadan alıntı yapıyor:
“İşte size hiçbir anketin anlatamayacağı bir hikâye: Donald Trump çok az sayıda delegeye sahipken, Hillary Clinton’ın 270 delegeye uzanan pek çok imkanı var. Hillary, 16 ‘mavi’ (güvenilir Demokrat) eyaleti ve 191 delegeyle Washington’ı kazanacağından neredeyse emin. Eğer biz Hillary’ye yüzde70 veya daha yüksek bir oranda kazanma şansı (Michigan, Minnesota, Pennsylvania, Virginia ve Wisconsin) verecek olan beş eyaleti bu sayılara eklersek, Hillary’nin 10 delege ihtiyacı kalacak. Florida’nın 29 delegeyi kazanması gerekiyor veya Kuzey Caroline’ın 15 ya da Ohio’nun 18 delegesini. Veya şu üç eyaletten ikisini kazanabilir: Colorado, New Hampshire, Iowa ve Nevada.”
İç yazışmaya bakılırsa, Demokratik Ulusal Komitesindeki insanlar, problemleri görüyorlar. Seçmen kaybediyorlar; özellikle de işçi sendikası üyelerini… Ve lise üzerinde eğitimi olmayan ve silah sahibi beyaz, erkek seçmenleri kaybediyorlar. Trump’ın kampanyası, o seçmenlerin her birini Trump destekçisi olarak görüyor. Peki fark yaratacak kadar çok seçmen karşı tarafa geçti mi? Bu seçimde anketçilerin bize pek yardımcı oldukları söylenemez.
Saldırgan ılımlılar
Bugün, gitgide daha az Amerikalının, “iyi” politikacıların var olduklarına inanmaya başladığı o zamanlardan birisi. Hem Clinton, hem de Trump’ın pek çok kusuru var. Şüpheciler her zaman seslerini yükseltirlerdi ancak genellikle daha pozitif veya en azından uzlaşma diliyle konuşan insanlar tarafından dengelenirlerdi. Ama artık değil. İnsanlar bıktılar. Bu kadar bağrış, çağrış ve partizanlık arasında, saldırgan ılımlıların doğuşuna tanıklık ediyor olabiliriz.
Gönüllüler ve saha kampanyalarında durum
Trump’ın destekçileri daha “enerjik” ve Trump’a desteklerini daha açıkça gösteriyorlar. Ancak şu ana kadar, bu desteği sadece mitinglerde ve zaten Trump’ı destekleyen arkadaş ortamlarında göstermeyi istediler. Mahallelerinde gezmek ve Trump için destek toplamaya gönüllü olmuyorlar. Trump, televizyona hükmederek destekçilerini sandığa götürebileceğini düşünüyor.
Bu yıl, geçmişe kıyasla daha az sayıda Demokrat, mahallerinde destek toplama ziyaretleri yapmaya gönüllü oldu. Bu yüzden, Clinton’ın kampanyası yeni gönüllüler bulabilmek için elinden gelen her şeyi yapıyor.
Eğer tüm Amerika Birleşik Devletleri çapında, şehirlerin ve kasabaların sokaklarını dolaşan –komşularını, şu veya bu aday için sandığa gitmeye teşvik eden –insanlar, bir fark yaratırlarsa, Clinton’ın kazanması gerekir. Ama bunun olup olmayacağını, kim gerçekten bilebilir ki?