Yeni bir gazete çıkarmak için Hürriyet gazetesinden okurlarına veda eden Ahmet Altan, Sabah gazetesine verdiği röportajda: “Gazetecilik artık göstermekten ziyade saklıyor! Diğer gazeteler çok zorlanacak çünkü medyanın sakladığı her şey Taraf gazetesinde olacak, biz bu gazeteyi bunun için çıkartıyoruz…” dedi.
Yayın hayatına yeni başlamaya hazırlanan TARAF’ı “Vicdanı olan bir gazete” diye tarif eden Altan, gazetenin tek yayın yönetmeninin Alev Er olduğunu açıkladı.
– Hayırlı olsun. Ne zaman çıkıyorsunuz?
– Eğer teknik bir problem olmazsa ayın 12’sinde, problem olursa ayın 19’unda.
– Hayatınız çok mu tekdüzeydi, heyecan mı arıyorsunuz?
– (gülüyor) Ben yeni bir romana başlayacağım… Romanın içinde bir cinayet var. Bu cinayetle ilgili bazı sorunlarım var çözmem gereken… Cinayeti çözene kadar bir gazete çıkartalım dedim.
– Çok güzel! Ama sahiden niye kaşındınız, sorabilir miyim?
– Aslında bunun taliplisi ben değildim, Başar Arslan çok istiyordu. Sürekli “Şöyle çok dürüst, çok prestijli bir gazete yapsak,” diyordu. Bir şekilde bu gazeteyi ona 40. yaş hediyesi gibi yapacağız, yani 40 yaşına gelince bir gazetesi olacak!
– Bu kadar basit mi yani?
– (Gülüyor) Şimdi şöyle bir şey var tabii ki: Bütün tarihe baktığında, toplumların geçtiği bazı çok hayati virajlar, dönemeçler vardır. Ya o dönemeci dönerler ya da dönemezler, uçuruma yuvarlanırlar. Türkiye de bir şekilde tarihin önemli dönemeçlerinden birine geldi. Bir yanda dünyanın bir parçası olmak, saygıdeğer ve önemli bir toplum olarak yerini almak, gelişmek, özgürleşmek, zengin olmak yolu ve ihtimali var. Bir yanda da kan ve bataklığa dönmek, baskıların, kavgaların arasında yok olmak! Bu dönemeçte Türkiye’nin yeni ve aydınlık yola doğru gitmesini teşvik edecek güçlere ihtiyacı var toplumun. Ama kanlı bataklık olarak kalmasında çıkarları olanlar da var. Bu açıdan bizim için tehlikeli bir zaman. Doğrusu, burada yerimizi almak istedik.
BÖYLE KAHRAMANLIK OLMAZ
– Yani ne yapacaksınız?
– Eski alışkanlıkları kıracak; yeni bir tarzda, yeni laflar söyleyecek birilerine de ihtiyaç var. Birçok insan daha doğru, gerçek, dürüst bakışlara ve olayların iç yüzünü öğrenmeye ihtiyaç duyuyor. Bu her zaman gerçekleşmiyor Türkiye’de. Medyanın içinde birçok insan savaşın, kıyımın, baskının Türkiye’nin geleceğini karartacağını görüyor ama medya bir müessese olarak çok kışkırtıcı ve halktan ziyade Ankara’ya bakıyor. Mesela sürekli savaştan söz ediyorlar, bu savaş toplumsal, ekonomik, dış ve iç politika olarak ne anlama gelecek, bunu çok anlatmıyorlar. Öyle korkunç senaryolar çıkabilir ki karşımıza… Ve olaylar oraya doğru çekildiğinde öfke ve intikam isteği yükselebilir. Çünkü gençler, çocuklar öldüğünde bir halkın canı acır ve canı acıdığında bunu yapabilir. Birileri bu öfke ve intikam isteğini kullanarak o toplumu çok korkunç sonuçlara da götürebilir. Önce kime kızmalıyız sorusunu sormak lazım. İki, niye hep çocukların öldüğü bir ortamda yaşıyor Türkiye? Bugün öyle bir ortama getirdiler, öyle anlatıyorlar ki, PKK ve Barzani ortadan kalkarsa her şey hallolacak! PKK ve Barzani yoktu ama Kürt ayaklanmaları hep vardı. Demek ki sorun askeri değil. İnsanlara şunu anlatmak istiyoruz; her kararın bir bedeli var. Bir insan kahramanlık yapmak istiyorsa bunu kendi hayatı üstünden yapmalıdır, çocukların hayatı üstünden değil.
BİZ SES ÇIKARTACAĞIZ
– Entelektüel vicdanı olan bir gazete olacaksınız yani?
– Entelektüel veya değil, bu vicdanı olan bir gazete olacak! Biz bu gazeteyi insanları savunabilmek ve koruyabilmek için çıkartıyoruz. Yaptığımız ilk toplantıda şöyle dedik; insanlara kötülük etmeyin, hakkında yazı yazdığınız herkesin akrabanız olabileceğini düşünün ve ona göre yazın, düşmanlık etmeyin, kimseyle alay etmeyin. En basitinden, kadınların fiziksel özellikleriyle ilgili o kadar can acıtıcı şeyler yazılıyor ki, ayıp! ‘Bu gazete beni korur,’ demelerini, buna inanmalarını istiyoruz.
– Türkiye zor bir süreçten geçiyor, sağduyulu seslere ihtiyacımız var. Bu sessizliği ortadan kaldırmak için mi varsınız özet olarak?
– Biz bu sesi çıkartırız! Zaten biz bu sesi çıkartmak için gazete yapıyoruz. Bir insan niye gazete yapar ki? Bunun bir amacı var; Babıali bazı kelimeleri eskitti, dürüstlük gibi kelimeleri eskitti. ‘Biz dürüst gazeteciyiz’ deyince kimse inanmıyor artık. O kadar çok söylediler ve o kadar yalan çıktı ki! Onun için ‘Biz dürüstüz,’ demeyeceğiz ama dürüstlüğü yeniden değerli hale getireceğiz.
– Peki bu sesi çıkarmak için yayın yönetmeni olmanız mı gerekiyordu?
– Bunu da açıklayayım; biz birlikte kuruyoruz gazeteyi ama genel yayın yönetmeni Alev Er’dir. Bir kere şunu söyleyeyim, Alev’in gazetecilik yetenekleri bende yok, kimsede de yok! Ben Alev Er kadar yaratıcı ve zeki bir gazeteci görmedim. Bu gazetenin en büyük kazançlarından biridir Alev Er…
– Bir gazete taraf olmalı mıdır, olmamalı mıdır? Gazetelerin varlık nedeni tarafsız olmak mıdır, ne düşünüyorsunuz?
– Dürüstlükten yana taraf olduğun zaman, olaylar karşısında tarafsız olursun. Nedir tarafsızlık? Bir olayın gerçeği neyse, nasıl olduysa, onu olduğu gibi anlatmak. Bak biz bundan yana tarafız! Diğer gazetelerin sakladığı haberleri koyacağız ortaya, biz bundan tarafız. Çünkü gazetecilik aslında göstermekten ziyade saklamakta! Biz saklamayacağız ve diğer gazeteler de zorlanacak çünkü medyaya da bir lafımız var: Biz çıktıktan sonra saklayamazsınız! Sizin sakladığınız her şey Taraf gazetesinde olacak, bu gazeteyi bunun için çıkartıyoruz.
– Bu laflarla çıkan pek çok gazete gördük… Bu iddianın nedeni ne?
– Her gazete onu yönetene benzer! Gazetenin içinde böyle bir elektrik akımı vardır. Tembel bir adam gazeteyi yönetiyorsa herkes tembel olur; kapıcısı ve çaycısı bile… Biz kendimiz gibi bir gazete çıkartacağız. Nasıl olduğumuz da çok gizli değil, Alev’le ben yaşlı adamlarız artık, nasıl olduğumuzu anlamak için geçmişimize bakmak yeter. Biz kendimiz gibi bir gazete çıkartacağız, biz dediğimizi de yaparız, hep yaptık!
‘Ben eş genel yayın yönetmeni değilim’
– Alev Er’le, eş yayın yönetmeni olacağınız haberi nereden çıktı peki?
– Bugüne kadar gazetemizle ilgili çıkan haberler, bizim bir gazete çıkartmamızın neden gerekli olduğunu gösteriyor. Çünkü çıkan haberlerin yüzde 90’ı yalan! Şöyle şeyler okuyoruz; ‘Alev gündüz genel yayın müdürüymüş, ben gece.’ Ayrıca ben hakaret ederek Alev’in yaptığı sayfaları bozuyormuşum.’ Böyle bir şey olabilir mi? Hiçbir gemi iki kaptanla gitmez, bu bir. İkincisi, biz birbirimize çok güveniriz, çok iyi dostuz biz..
– Tartıştığınız yönünde ciddi duyumlar geliyor ama!
– Alev’le dostluğumuzu anlamaları biraz zor. Biz çok belalardan beraber geçtik. Ben Güneş gazetesinde genel yayın müdürüyken beni işten attılar, Alev bana tek kelime söylemeden işi bıraktı. Ben Milliyet gazetesinden Atakürt yazısını yazıp atıldığımda Alev Er yazıişleri müdürüydü, bana tek kelime söylemeden işi bıraktı. Her seferinde de beş kuruşsuz, hiçbir güvencesi olmadan çıktı. Bir defasında bile ‘İşi bırakıyorum,’ demedi, ‘İşi bıraktım,’ bile demedi. Ben 17 yıldan beri ne zaman bir iş yapsam, romanlar dışında, Alev’le yaparım, bir gazete çıkartacaksam Alev’e güvendiğim için gazete çıkartırım.
Kimseye bağımlı olmak istemiyoruz
– Gazete okuma alışkanlığı olmayan bir toplumda 1 YTL’ye gazete okutmak ne kadar sahici geliyor size?
– Gazeteler biliyorsunuz ne kadar çok satarsa o kadar ziyan eder. Bir gazetenin maliyetiyle satış fiyatı arasında büyük fark var. Siz bir şeyi zararına satıyorsanız o zararı başka bir yerden çıkartmak zorundasınız. Zararı çıkartmaya çalışırken birilerine bağımlı olmak zorundasınız. Biz gazeteye ilan alacağız ama ‘Hiç kimse ilan vermezse de vermesin,’ diyebiliyoruz. 1 liraya satacağız çünkü.
– Büyük bir risk almıyor musunuz?
– Bu çok büyük bir risk ama bunu görmek istiyoruz. Ama şunu istiyoruz; hiçbir baskı altında kalmayalım, hiçbir şeyden korkmayalım. Eğer biz 35-40 bin tane satabilirsek, bu gazete harcadığı parayı karşılayabiliyor; esas derdimiz bu. Ve bunu hak edecek bir gazetecilik yapmak istiyoruz. Bunun için Babıali’nin haber tariflerinden farklı bir haber tarifimiz olacak.
– Nedir o haber tarifi?
– Çok tipik bir kelime vardır Türkçe’de, ‘aslında’… Herkes bir şeyler söyler, sonra da ‘aslında’ diye başlayan başka bir cümle ekler. Aslında genelde görülenden daha farklı bir gerçek var. Biz o ‘aslında’yı anlatmak istiyoruz. Yani size böyle böyle diyorlar ama ‘aslındası şudur’u göstermek… Ayrıca haberlerin yazım dilini değiştireceğiz. Daha insanı merkeze alan haberler yapacağız çünkü bütün hayat insanın etrafında döner. Politika dediğiniz, savaş dediğiniz, barış dediğiniz, siyaset dediğiniz, cinayet dediğiniz, aşk dediğiniz ne varsa, bunların hepsinin merkezinde insan var. İnsanlar bizim gazeteyi okurken bir şeyler öğrensinler ama okudukları yazıdan lezzet de alsınlar istiyoruz.
Çok güçlü yazı işleri kurduk
– Sizin göreviniz ne olacak künyede?
– Ben künyede olmayacağım, yazı yazacağım. Birlikte gazeteyi kuruyoruz sadece. İkimizin de yeni bir gazetenin nasıl olmasına dair fikirleri var; birbirimizi tamamlayan yanlarımız var ama gazeteyi tabii ki genel yayın yönetmeni olarak Alev Er yönetecek. Alev’in genel yayın müdürü olmasının nedeni şu; bu konudaki ihtiraslarımız farklı. Onun ihtirası gazetecilikte ortaya çıkıyor, benim ihtirasım kitaplarda ve edebiyatta çıkıyor. Ben romanlarımı yazmalıyım, kitaplarıma dönmeliyim. Onun için gazeteyi Alev’e bırakıp çekileceğim. Zaten yazı işlerimiz çok kuvvetli; Alev Er, Yasemin Çongar, Metin Soysal, Oylum Özdemir… Yani başkalarının bizim yazı işleriyle rekabet etmesi çok zor!
– Bu kadar iddialısınız!
– Tabii, bu kadar iddialıyım, bu çok çok iyi bir yazı işleri…
Bizim ego savaşımız olamaz!
– Daha gazete çıkmadan dış haberler müdürünüz ve haber müdürünüz ayrıldı ve burada egolar savaşı yaşandığı söylendi. Buna cevabınız?
– Alev’le benim, ikimizin egoları mı? (gülüyor)
– Olabilir!
– Onunla bir ego çatışmam olamaz, bizim dostluğumuz neredeyse masallara konu olacak bir dostluk. İlk günden şunu söylemiştik; eski alışkanlıklarla bu gazeteyi çıkartmayız, o alışkanlıkları değiştirmek gerekiyor. Birlikte çalıştığımız insanlardan taleplerimiz az değil, ciddi taleplerimiz var…
– Nasıl talepler bunlar?
– Bir kere haberler çok iyi yazılmalı. Mesela dış haberler neredeyse dünyanın bütün gazetelerinde uzmanların ilgisini çeken bir konudur, bu Alev’le bana çok tuhaf geliyor. Dünyada 6 milyar insan yaşıyor, bunun sıkıcı bir konu olması tuhaf değil mi? Biz 6 milyarlık bir dünyanın ilginç bir olay olduğunu anlatmak istiyoruz. Bir de şöyle bir avantajımız var; ben de, Alev de, Yasemin de dış haberlerden geliyoruz. Yani biz bu konuya hâkimiz. Tabii bizim konulara hâkim olmamız, birlikte çalıştığımız insanları da zorluyor, taleplerimiz yüksek. İnsanlara 1 liraya gazete satıyorum diyorsan, bunu hak etmek zorundasın.
– Yani dayanamıyorlar size ve gidiyorlar, öyle mi?
– Ayrılanlar için bunu söyleyemem, haksızlık olur ama zor bir yer burası. Bir gazete kurmak zor iş; Nâzım’ın şiiri gibi, ‘Burası bayram yeri değil.’ Zaman zaman gerginlikler oluyor, olacaktır da, gergin bir iştir gazetecilik…
Perde arkasında hiç kimse yok!
– Patronlarınız Alkım Yayınevi’nin sahipleri…
– Buranın patronları iki genç adam, Başar ve Savaş Arslan. Bu gazetenin içinde patron odası yok! Patron odasını boşalttı ve gitti, kendi odasını Alev Er’e verdi. Asla patronlar bu gazetede çalışanlardan bir şey talep etmeyecek, ne bir haberin konması, ne bir haberin çıkartılması… Bunlar bizim getirdiğimiz kurallar değil, gazeteyi çıkartan o iki genç adamın istekleri. Onlar sadece şunu istiyorlar; Türkiye’nin en prestijli, en dürüst gazetesinin sahibi olsunlar, onların ihtirası da bu!
– Ucuz fiyatla çok kitap satma kampanyası başlattılar, hatta ilk olarak sizin kitabınız 1 milyon sattı. Şimdi de pahalı gazete satma iddiasındalar. Yok mudur bunun bir dengesi?
– Onlar bana sorarsanız bir tür dâhi. İhtirasları kendi işlerinde hep en iyisini yapmak. Yani öyle bir iş yapsınlar ki, onların yaptığını başka hiç kimse yapamasın, bunu seviyorlar. Bu gazeteyi de ona göre kuruyorlar. Patronluğun Türkiye’de köy ağalığına benzeyen bir zevki vardır, emredersin, istersin, adam atarsın, genel yayın müdürü azarlarsın. Onlar böyle bir ağalık peşinde değiller.
– Türkiye’de kitap basmak, satmak bir gazete kuracak kadar kârlı bir iş mi peki? Perde arkasında başkaları var mı?
– Kaç para koyuyorlar bilmem. Nasıl onların bana bazı sorular sormaları yasaksa ben de onlara bazı soruları sormam. Ama şunu söyleyebilirim; bu gazetenin arkasında başka hiç kimse yok. Hiçbir yerden, hiçbir kimseden, hiçbir kuruluştan, cemaatten, örgütten, dilden, dinden, ırktan, siyasi partiden, ekonomik kuruluştan burası destek almıyor, almayacak.
– Finanse eden bir tek Alkım Yayınları mı yani?
– Evet ama onlar sadece yayıncı değil, aynı zamanda Türkiye’nin en büyük kitapevlerinden birine sahipler. Ayrıca sadece edebi kitap, kültür kitapları filan basmıyorlar, ders kitapları da basıyorlar; zannediyorum ki işleri iyi gidiyor. Eğer sorduğun buysa, arkalarında kimse yok! Hiç kimsenin paravanı olarak çıkmıyorlar, eğer birisi böyle bir şey olduğunu gösterirse buradaki herkes, o an buradan çıkarız.
Asil Nadir’e ‘Bize karışma’ dedim, ertesi gün beni kovdu
– Güneş’teki yayın yönetmenliği deneyiminiz 10 gün mü sürdü gerçekten?
– Evet, 11’inci gün attılar! Ben Hürriyet’te gece muhabiri olarak başladım, sonra şef muhabirliği, şeflik, dış haberler editörlüğü, köşe yazarlığı, bir sürü şey yaptım. Babam da Hürriyet’te o sıra. Bir gün babamın sayfasını değiştirdiler, babam istifa etti, ben de ettim! Tabii açıkta kaldım. O sırada Güneş gazetesi çıkıyordu, başında Metin Münir vardı. Gazetelerde büyüdüğüm için bir gazetenin nasıl olmasına dair fikirlerim vardı ve Münir’le konuşurduk sürekli. Gazetesi bir uçak gibi düşüyordu o sıra. Basın tarihinde ilktir herhalde, genel yayın müdürü bana genel yayın müdürlüğü teklif etti! “Ben bu cenazeyi kaldırırım ama tek şartım var, gazetenin patronu ben olurum, kimse karışamaz,” dedim. Asil Nadir’le konuştu, başladım.
– Sizi ne vazgeçirdi sonra?
– Asil Nadir bir gün bana faks geçti, Kıbrıs konusunda bir haber istedi, yapmadık. Telefonla aradı, 20 dakika konuştuk; bana Kıbrıs için ne istediğimi sordu, “Oranın bağımsız, kimsenin oyuncağı olmayan bir ada olmasını istiyorum,” dedim. O da istemiyormuş öyle olmasını. Dedim ki, “Siz eğer 40 bin tirajınızla dünya politikasının merkezindeki konuyu çözeceğinizi zannediyorsanız çok zekice değil. İki, siz çok prestijli birisi değilsiniz, bu gazeteye karışmaya kalkarsanız bu gazete de prestijli olmayacak. İstiyorsanız istifa ederim,” dedim. Kapattı telefonu, ertesi gün bizi attılar!
‘Kadınlara her zaman güvenirim’
– Siz ne kadar kabul ediyorsunuz bilmiyorum ama kadınların çok okuduğu, hayran olduğu bir yazar olarak kadınlara güveniyor musunuz okur çekmek açısından?
– Niye kabul etmek istemeyeyim ki bunu! (kahkahalar) Sadece bir erkeğin buna inanması çok zordur, yoksa buna inanmaya, bu fikre bayılırım, hiç reddetmek istediğim bir şey değil.
– Peki söyleyin o zaman kadınlara ne kadar güveniyorsunuz?
– Ben kadınlara her zaman çok güvenirim, her zaman da hiç güvenmem, ikisi bir arada! Ama bu başka bir şey; yani onların da seveceği bir gazete olmasını tabii ki istiyoruz ama gelecekler mi, okuyacaklar mı, bunu bilemem. Birisi beni okusun diye kitap yazmadım hiç. Bunu gazete çıkarırken de yapmam. Ben kadınlar okusun diye bir gazete yapmaya kalkarsam sahtekârlık ederim. Sen olduğun gibi yaparsın, onlar da seviyorlarsa okurlar.
’50 bin dolar reklam parası yalan’
– Reklam filmi çektirmek için ünlü bir yönetmenin kapısını çalmışsınız, 50 bin dolar ücreti fazla bulmuş, ‘Parasız yap,’ demişsiniz. Fatih Altaylı’nın yazdığı bu olay doğru mu?
– Yazıyı gördüm. Kendi mesleğine ihanetler zinciri olan bir yazı! Bir; benim iş konuştuğum reklamcının bunu başkasına anlatmaması gerekir, eğer işinde güvenilir bir adam olmak istiyorsa… İki; bir gazeteci kendisine dost sohbetinde anlatılan bir şeyi yazı haline getirmemeli. İkisi de kendi güvenilirliklerini zedelemişler. Üç, yazılan da yalan! 50 bin dolarlık bir şeyi karşılayamayan bir müessese nasıl gazete kuracak? Sinan’ın bunu düzeltmesi gerekir.
– Sinan Çetin yani bu reklamcı?
– Tabii canım! Sinan’la konuştum, bir reklam filmi istedim evet! Ama 50 bin dolarla alakası yok. ‘Gel bize ucuz bir film çek,’ dedik. Evet, çok para harcamak istemiyoruz bu doğru ama 50 bin dolarlık bir şeye ‘Hayır,’ diyerek bir gazete çıkmaz ki zaten.
– Anlaşamadığınız nokta neydi sonuç olarak?
– Çünkü 50 bin dolardan çok daha fazla bir para istedi! Ona şunu söyledim, ‘Başar’la Savaş o parayı vermek isteyebilir, ben bu parayı verdirmem,’ dedim. Çünkü paranın her kuruşu bize lazım, gazetenin nasıl gideceğini, başına nelerin geleceğini bilmiyoruz, her kuruşa ihtiyacımız var. Yazılanlar düpedüz yalan!
Neşe Düzel söyleşi yapacak Mahçupyan at yarışı yazacak
– Bir yazar gazetesi mi olacak Taraf?
– Hayır, burası bir gazete olacak! Bizimle çalışmak isteyenlere hep aynı şeyi söyledik: Bu gazeteye gelmek Kristof Kolomb’un gemisine binmek gibi, yolda başınıza büyük felaketler gelebilir, susuz kalabilirsiniz, isyan çıkabilir, korsanlar gelebilir, deniz faciaları olabilir, batabiliriz, her şey olabilir. Bu riskler var ama bunları atlatır da varmak istediğimiz yere varırsak yeni bir kıta keşfedeceğiz. Bizimle çalışmaya karar verdiğinizde bu riski bilin. Onun için halihazırda, bir yerde çalışmayan insanlarla çalışmaya karar verdik. Ama çok dostumuz bizimle çalışmak istedi, bu bizi çok şaşırttı. Birden çok kalabalık ve kaliteli bir yazar kadromuz oldu.
– Kimler var aralarında?
– Neşe Düzel olacak, kraliçemiz! Radikal’den ayrıldı, pazartesi konuşmalarını burada sürdürecek. Etyen Mahçupyan mesela bizim için at yarışı tahminleri de yazacak. Neşe Düzel, Yasemin Çongar, Ümit Kıvanç, Halil Berktay, Alper Görmüş var. Her biriyle ayrı ayrı övüneceğimiz adamlarımız var. Genç siviller grubu da bizimle çalışacak. Yeni genç yazarlar çıkartacağız, hiç bilinmeyen tarzda yazılar koyacağız.
– Mesela?
– Sürprizlerimizden biri şu: Arka sayfamızda bir sütun var, adı ‘3. Sayfa.’ Biz üçüncü sayfayı gazetenin arkasına aldık.
– Sebep?
– Her üçüncü sayfa olayının arkasında çok ciddi bir insan dramı vardır. O dramı çok lezzetli, çok içe işleyen, edebi bir dille arka sayfada anlatacağız. Gazeteler insanlara insanı unutturdu çünkü…
– Amacınız kitle gazetesi mi olmak, entelektüel ya da mesela Beyaz Türkler’in gazetesi mi?
– Alev çok güzel bir slogan buldu: İtibarlı, zeki, eğlenceli. Kesinlikle beyaz bir gazete olmayacak. Eğer imkânlarımız el verseydi, yani fiyat konusunda bir riskimiz olmasaydı büyük bir tiraj kazanmak için çıkardık. Ama 1 liraya satıyoruz ve bunun Türkiye’de ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Bağımsızlığın bedeli bu ve bu bedeli ödeyeceğiz.
– 1 milyonluk fiyatla kitle gazetesi olamayacağınız ortada ama!
– Biz ona hiç aldırmayız, biz kitlesel olarak çıkartırız yine gazetemizi! İyi bir şey yapıyorsan, bu bütün sınıflar ve kültürler arasındaki farkı ortadan kaldırır.
Okuyucularım üzülsün istedim
– İki senedir Hürriyet’te yazıyordunuz; veda yazısı yazmak zor oldu mu?
– Her zaman ayrılmak zordur, her hafta birbirini görmesen de buluşuyorsun birileriyle ve bir şey söylüyorsun, sonra bir gün onlardan ayrılıyorsun. Bu kadar üzüleceğimi düşünmüyordum.
– Veda yazınızda; ‘Bir yazar kibriyle üzülün istiyorum,’ demişsiniz…
– Okuyucularından ayrılmak da biraz aşk gibidir. Ayrıldığın seni özlesin, senin için üzülsün istersin. Bu genellikle söylenmez ama böyledir.
– Ama ben söyledim diyorsunuz…
– Ben samimiyet severim (gülüyor). Genellikle okuyucularla o tür ilişki kuran yazarlardan biriyim. Beni okuyan insanlar samimi olduğumu bilirler. Onların biraz üzülmesini istiyordum, bunu söylememek bana ayıp geldi.
– Elinizi taşın altına soktunuz bir kere; yazı yazma sürenizden çalmayacak mı bu görev?
– Kitapla ilgili soruyorsanız, tabii ki çalıyor. Aslında benim yaşımdaki bir adam için fazla lüks. Bu çok göze alınacak bir şey değil ama hakikaten böyle bir gazetenin gerekliliğine inanıyorum.
– Yani kitaplarımı biraz daha bekletebilirim diyorsunuz?
– O kitabı henüz kafamda çözemedim, cinayeti çözdüğüm zaman daha çabuk bırakacağım gülüyor).
– Çok okunan bir yazar olarak çok okunan bir gazete yapamazsanız üzülür müsünüz?
– Bu ikisinin arasında çok büyük bir ilişki yok ama gazeteci olarak söyleyeyim; ben yaptığım gazetenin çok okunmasını, mümkünse 70 milyonun okumasını isterim! Eğer bir gazete yapacaksak herkesin okumaktan zevk alacağı bir gazete olması gerektiğine inanırım. Ben aynı kitaplar gibi, gazetelerin de ona göre, buna göre olduğuna inanmıyorum, iyi bir gazete çıkartırsan herkes okur.
– Kaç gün yazacaksınız siz?
– Beş gün.
– Siyaset mi?
– Öyle dar ve karanlık bir yerden geçiyoruz ki, siyaset yazacağım…