Site icon MediaCat

37 yıllık Manajans’lı

Bir okul gibi, sektöre nitelikli emek gücü kazandıran, Türkiye’de modern reklamcılığı köşe taşlarından Manajans’ta 37 yıldır çalışıyor Selami Karakuş. Sektörün yolculuğunu izliyor. Manajans’ın kurucusu Eli Acıman’ın hayatını anlatan Reklamcılar Derneği’nin katkılarıyla hazırlanan ‘Acıman Belgeseli: Her Başlangıçta Eli Var’ isimli yapımla tanıdığımız Karakuş, reklamcılıkla kesişen hayat yolculuğunu anlattı.

Söyleşiyi bitirip ofise geldiğimde yazı işleri müdürümün yanına gidip ‘Selami Karakuş’ dedim ‘öyle bir çalışan ki, tanısan beni işten atar, yerime onu editör yaparsın.’ 60 yaşında bir kişinin işine bugün artık görmeye alışık olmadığımız bir sadakat ve coşkuyla bağlı oluşuydu bunu söyleten. Manajans’ın 37 yıllık çaycısı Selami Karakuş’la sohbet, dillere destan kahvesini de bahane ettik…

Yolunuz nasıl düştü İstanbul’a?
İstanbul’a 1969’da 17 yaşında tek başıma geldim. Köyde maddi durum iyi değildi. Ardahanlıyım. İlkokul mezunuyum. O zamanlar bir öğretmen beş sınıfı okutuyordu. O yüzden şivemiz böyle, tahsilimiz yok. Ama kendi kendimizi burada ajans sayesinde yetiştirdik.

Nasıl karşıladı bu şehir sizi?
Su depolarında kalıyorduk, betonda yatıyorduk, yatak yoktu. Ya makarna ya patates yapardık. Şimdi şükür Allah’a her bir çocuğumun ayrı odası var.

Siz çok yoksuldunuz, ajansa girdikten sonra bulunduğunuz ortamlarda varlıklı insanlarla haşır neşir oldunuz. Bocalamadınız mı?
Hiç bocalamadım. Niyetim onların yolunda gitmek, iyi yaşamaktı.

Manajans’a nasıl girdiniz?
Sene 1975. Bizim bir amca oğlu vardı; Ayhan Karakuş. O çalışıyordu burada. ‘Sigortalı bir iş var çalışır mısın?’ dedi. Personel müdürü Farhettin Erçer’le konuştum. ‘Çalıştın mı  böyle bir işte?’ dedi. ‘Çalıştım kahvelerde garsonluk yaptım’ dedim. Hâlbuki hiçbir deneyimim yoktu. ‘Şimdiki işinden ne alıyorsun’ dedi. ‘2 bin lira’ dedim.

‘Ben o kadar veremem, patron beni kovar’ dedi. 900 lirada anlaştık. 1976, birinci ayın 2’si, Cumartesi günü iş başı yaptım. 98 kişi vardı ajansta. Ebusuud Caddesi, Meserret Han’ın yanındaydı şirket. Bir hafta çalıştım, baktım iş bana oyuncak geldi. O biçim koşturdum, jet olduk o zaman. Üç buçuk kattı, merdivenlerden bir koşardım tek sesle aşağı inerdim. O zaman sabah 10.00’da ve öğle vaktinden sonra kahve saati vardı. Bunların hepsini dört dörtlük yaptım…

Kahveyi Bay Acıman’a beğendirmek kolay olmamış diye duyduk…
Evet. Bay Acıman’a kahveyi beğendirene kadar çok çektim. ‘Evladım kaynatamamışsın, şekeri az olmuş, kahvesi çok olmuş’ diyordu… Çok uğraştım. Zaman geliyordu yarım kilo kahveyi bir seferde harcıyordum. Büyük fincanla içerdi kahveyi, onlarda da köpük tutturmak mesele. En son bir kıvamını buldum götürdüm. ‘Tamam’ dedi ‘evladım işte bu kadar, bunu istiyorum’…

Ajansa girdiğiniz dönemin çalışanlarıyla şimdikiler arasındaki en belirgin fark ne?
Çok farklılar. Bay Acıman derdi ki: ‘Evladım benimle konuşuyorsan elin çalışsın. Elin benimle iş görürse kafan başka şeyi düşünsün.’ O zamankİ insanlar çok çok iyiydi. Şimdikiler kötü demiyoruz; ama nesil değişti… Ben hayatta bugünkü gibi giyinmezdim; kravatımız bağlıydı. Ama şimdi, nesile uyduk. Şortla işe geliyorlar. Bay Acıman’la böyle mi olurdu, imkân mı vardı? Bay Acıman akşam oldu mu masasını toplar, her şeyi çekmeceye  koyardı. Şimdiki nesil masanın üzerine yığıyor, su bardağını getirip yaptığı işin üzerine koyuyor. Ben gidiyorum alıyorum, o yine koyuyor. Bu nesil disiplinli değil, çok serbest, çok rahat…

(ÖMÜR ŞAHİN)

Söyleşinin devamı MediaCat’in Nisan sayısında.

 

Exit mobile version