Türkiye’de cemaat denince akla tarikatlar başta olmak üzere dinsel oluşumlar-örgütlenmeler gelmekte. Ancak benim burada Narin’in katili olarak öne sürdüğüm cemaat, dinsel nitelikle sınırlanmanın çok ötesinde, başlı başına bir toplumsal örgütlenmeye karşılık gelen, sosyolojik bir kavram.
Bu yazı kaleme alınırken Diyarbakır-Bağlar’ın Tavşantepe köyünde öldürülen Narin Güran’ın katil ya da katilleri hâlâ bulunabilmiş değildi. MediaCat’in bu sayısının yayımlandığı günlerde, yani şimdi yazı okunurken umulur ki cinayet aydınlatılmış olsun! Ancak dünden bugüne Narin’i katledenlerin kişisel kimliği bilinse de bilinmese de sekiz yaşındaki kız çocuğunun katilini “toplumsal” olarak belirlemek hiç zor değil. Üstelik failler tespit edildiğinde bile “asıl katil” olarak yine ona işaret etmek mümkün ki yazımız başlığında da yer aldığı üzere bu, “Cemaat”tir.
Türkiye’de cemaat denince akla tarikatlar başta olmak üzere dinsel oluşumlar-örgütlenmeler gelmekte. Narin Güran cinayetinde de bu türden yapıların işin içinde olduğuna dair iddialar kaydedildi. Ancak benim burada Narin’in katili olarak öne sürdüğüm cemaat, dinsel nitelikle sınırlanmanın çok ötesinde, başlı başına bir toplumsal örgütlenmeye karşılık gelen, sosyolojik bir kavram. Çıkış noktam da sosyolojinin öncü isimlerinden Ferdinand Tönnies’in modern dünyayı anlama, açıklama, anlamlandırma yolunda 19’uncu yüzyılda işlerliğe soktuğu “Gemeinschaft-Gesellschaft” kavram çifti; Türkçe ifadelendirmek gerekirse, “Cemaat-Cemiyet” ayrımı.
Tönnies 1887’de yayımlanmış Gemeinschaft und Gesellschaft adlı abide yapıtında Almanya’nın kırsal-tarımsal toplum olmaktan endüstriyel topluma doğru tarihsel dönüşümünü açıklama yolunda birer “ideal tip” olarak, kitabın başlığında da yer alan kavramları önerdi: Gemeinschaft, yani “cemaat toplumsallığı” ve Gesellschaft, yani “cemiyet toplumsallığı”. Tönnies’in kullandığı anlamda cemaat, içerisine doğulmuş aile ve akrabalık ağlarının insanlar üzerinde her koşulda bağlayıcı olduğu “doğal” (duygusal itkilere dayalı) bir toplumsallığı işaret eder. Bu toplumsallığın insan ruhu üzerindeki sonsuz-sınırsız baskısı, onun parçası olan herkes tarafından hissedilir; öyle ki böyle bir toplulukta evlilik bile esasen iki kişi arasında değil, cemaatle yapılır.*
Dolayısıyla “Cemaat”, kendi içine kapalı ve yaşamın “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” mottosuyla sürdüğü bir topluluktur. Cemaatte birey yoktur. Cemaatte bireysel akıl, irade, arzu, hak hukuk da yoktur. “Cemaat aklı” olarak gelenek, “cemaat hukuku” olarak töre vardır ve herkesin kişisel herhangi bir irade ya da tavır sergilemeksizin bunlara uyması beklenir. Gelenek ve töre “paternal” anlayışla topluluk içerisinde en hatırı sayılan; fiziksel, ekonomik, politik bakımlardan güçlü erkeği önder kılar ve onun sözü de kanun, astığı astık kestiği kestiktir.
Bunlarla bağlantılı olarak cemaatte, fiziksel anlamda değil tabii ama hukuksal-değersel anlamda kadın da yoktur, çocuk da yoktur. Cemaatte çocuk, bebeklikten çıkar çıkmaz artık yetişkin yaşamın parçasıdır ve bir “kültürel kategori” olarak çocukluk sözkonusu değildir. O yüzden başka bir toplumsallık olarak (birazdan odaklaşacağımız) Gesellschaft’ın karakteristiği okul, Gemeinschaft bünyesine girse bile içtenlikle kabullenilmez. Kendi “doğal” akışı içinde cemaat toplumsallığı altı yaşında kız çocuğunu evliliğe, 12-13 yaşındaki kız çocuğunu anneliğe müsait sayar ve bu çocukların rızası olup olmadığına bakmaksızın onların kaderini tayin eder.
Namus meselesi, kan davası, töre cinayeti; hepsi cemaat toplumsallığının “hukuki-ahlaki” gereklilikleridir. Bu insan dünyasında “kutsal” olan, sadece aile de değil ama onun temel-çekirdek unsuru olduğu cemaattir. Burada cemaat her şey; birey, kadın, çocuk hiçtir.
İşte Narin’i öldüren bu cemaat. Narin, yazıyı kaleme aldığımız şu an itibarıyla, kuvvetle muhtemel ki tanık olduğu ya da bizzat kendi başına gelen bir sırrı ifşa ettiği taktirde, parçası olduğu cemaatin kutsallığını zedeleyeceği kaygısıyla, o cemaat uğruna kurban edildi. Çünkü, dedik ya, “Cemaat” her şey, Narin hiçtir.
Gelelim Gesellschaft, yani “Cemiyet”e… Bu, şehirli-endüstriyel-kapitalist aşamada kendini gösteren ve cemaatte olduğu gibi duyguların değil aklın (rasyonalitenin) ağır bastığı toplumsallık biçimi. Aslında modern anlamda “toplum” (society) tabirini Gesellschaft karşılığı olarak almak da mümkün. Tönnies, Gesellschaft’ın temellerinin feodalite ve onun hâkim sınıfları (asiller ve ruhban) karşısında burjuvazinin en önemli yapıtaşını oluşturduğu şehirli halk kitleleri tarafından atıldığını aktarır. Dolayısıyla nerede burjuvazi önderliğinde şehir yaşamı/kültürü gelişmişse, bunun ayrılmaz parçası olarak Gesellschaft ortaya çıkar.**
Cemaati nasıl “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” mottosuyla açıkladıysak cemiyet toplumsallığını da Nâzım’ın unutulmaz dizelerinden esinle “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür//ve bir orman gibi kardeşçesine” deyişi açıklamaya yardımcı olur. Cemiyet/Gesellschaft, birbirinden bağımsız hareket eden insanların bir aradalığından çıkan toplumsallıktır. Dolayısıyla cemiyette birey de iş bölümü de meslek de birer “özne” olarak kadın ve çocuk da çocukluk da okul da vardır.
Ve tüm bunları siyasi olarak sarmalayacak şekilde ulus-devlet vardır.
Soya, kana, aileye, sülaleye, aşirete, köye, hemşeriliğe dayalı “birincil” bağlılıkların aşıldığı, bunların yerinde yurttaşlık kimliği, bireylik bilinci, mesleki dayanışma, bireysel akıl ve insan, kadın, çocuk haklarının belirdiği yerde artık “Cemaat”ten “Cemiyet”e bir dönüşümün gerçekleştiği söylenebilir.
Narin Güran olayında karşımızda bir Gemeinschaft-Gesellschaft (Cemaat-Cemiyet) kavgası olduğunu söylemek mümkün. Aslında 100 yıllık Cumhuriyet tarihimizi, bu coğrafyanın beşerî-toplumsal künyesini bir ulus-devlet inisiyatifinde “Gemeinschaft’tan Gesellschaft’a” dönüştürme çabası olarak özetlemek de mümkün. Bu çabanın sonucunda bir değişme oldu mu, oldu. Ama bu, “süreklilik içinde değişme”dir; Gesellschaft, yani cemiyet toplumsallığı ortaya çıksa da Gemeinschaft varlığını sürdürdü.
Cumhuriyet, Gemeinschaft’ı eritmek için çok uğraştı; radikal-devrimsel değişimlerle, Millet Mektepleri, Halkevleri, Köy Enstitüleri ile ama olmadı. Çünkü, birincisi, Batı’da Gesellschaft, onu önceleyen bir dizi ekonomik, demografik, teknolojik, düşünsel-kültürel değişim sonrasında politik olarak da ulus-devlet ile zırhlanmış şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye’de ise önce “zırh” (ulus-devlet) ortaya çıktı ve onun içini ekonomik (burjuva-kapitalist), teknolojik (endüstrileşme), demografik (kentleşme), düşünsel-kültürel (eğitim, okullaşma, laiklik) gerekliliklerle doldurma çabasında elbette zorlanıldı. İkinci olarak, özellikle çok partili yaşama geçildikten sonra bu ülkede iktidar tutkunları için Gemeinschaft’ın huyuna-suyuna gitmek asli siyasal strateji oldu. O ölçüde ki Gesellschaft bünyesinde düşünülmesi gereken ulusal-resmi otoriteler, yerel-geleneksel (aşiret reisleri, köy ağaları, tarikat şeyhleri, vd.) güç odaklarıyla hep irtibat ve simbiyotik (birbirinden beslenen) ilişki içinde oldular, böylece Gemeinschaft’ı pekiştirdiler. Nitekim Narin olayında da köydeki ailenin bölgede devleti temsil eden figürlerle nasıl içli dışlı olduğuna dair bilgiler önümüze düştü.
Bu kabaca çıkarılmış özet doğrultusunda bakılacak olursa, bugün 2024 Türkiyesi’nin bir köşesinde, Diyarbakır-Bağlar’da Gemeinschaft’ın hâlâ hükmünü icra ettiğini görmek mümkün. Ama ona karşı, Narin’in bir birey/çocuk olarak hakkını savunan; onu katleden ana-baba, amca-yenge, ağabey-kuzen her kimse, onların cezalandırılmaları için mücadeleyi bırakmayan; muhalif siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, medyası-kamuoyuyla Gesellschaft’ı bulmak da mümkün.
Bitirmeden şu notu düşelim: Bu yazıda “Cemaat” karşısında “Cemiyet”i yücelttiğimiz ya da sorunsuzmuş gibi sunduğumuz sonucuna varılabilir. Yazının derdi ve ona bağlı akış doğrultusunda bu izlenim anlaşılır olmakla birlikte, hayır. Elbette Gesellschaft, yani içerisinde alabildiğine bireyselleşmenin, acımasız rekabetin, yarışmacı etiğin sürgit olduğu cemiyet toplumsallığı da pek çok sorunla dolu. Yalnızlık, yabancılaşma, kimsesizlik, sevgi-güven yoksunluğu ile “modern cangıl”da atomize halde kaybolmuş, içi (ruhu) üşüyen insanı görmezden gelmiyoruz.
Ancak Gesellschaft’a özgü bu sorunları, kimi siyaset erbabının sandığı ve dayatmaya çalıştığı gibi Gemeinshaft’a ricatla; cemaatçi toplumsal-kültürel kalıplara (“kutsal aile”ye) sarılarak çözmek de hiç mi hiç mümkün değil. Bu, yangına benzin dökmek, sıtmaya karşı ölüme davettir. Ya da daha somut örneklemek gerekirse, Gesellschaft’ın yalnızlık-kimsesizlik açmazında uyuşturucu girdabına düşmüş bir gence çare diye Narin’i yakan Gemeinschaft cehennemini önermektir.
* F. Tönnies, Community and Society (Gemeinschaft und Gesellschaft), Transaction Books, 1988, s. 33-34.
** Tönnies, s. 34-35.
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.