South by Southwest’in (SXSW) bu yılki ana teması her yıl olduğu gibi gelecek tahminlerinde bulunmaktı. Ancak mevcut dünyamız teknoloji odaklı bir gezegene dönüştüğü için, en çok merak edilen konular genelde teknolojinin gelişim hızıyla alakalı. Bu açıdan SXSW’nun iyi bir gelecek tahmini yapmak için ideal bir festival olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak birçok konuşmacının sunumlarında söylediği gibi bu festival, size gelecekte neler olacağını söylemenin ötesinde, geleceğin birlikte inşa edilmesi için yaratılmış bir fırsat.
Bu umut dolu girişin ardından gelelim klişe başlığımıza: “Daha iyi bir gelecek tasarlamak için çalışıyoruz.”
Öncelikle bu başlıkla alakalı yorumlarımı yazmadan, size yaklaşık altı yıldır SXSW’yu yakından takip eden biri olduğumu, teknoloji ve gelecekle alakalı sayısız konuşma dinlediğimi ve birçok teknoloji şirketinin gelecek trendleri sunumunu notlar alarak izlediğimi belirtmek isterim. Yani bu yorumlarımın hepsi veri sonucu elde edildi (!)
Yaklaşık 10 yıldır her teknoloji, yazılım, data, AI, VR, mobile, fintech vb. alanlarda çözümler sunan şirketlerin söylediği bu cümleyle, dünyanın daha iyi bir noktaya varamadığını eminim hepimiz anladık. Ancak bu klişeyi devam ettirerek yıllardır teknoloji şirketlerinin var olduğunu ve aynı klişe ütopyayı pazarladıklarını görüyoruz. Peki, neden? Çünkü klişeler çalışır.
Şirketler bu süreçte kendi içlerinde bir dönüşüm yaşadılar. Bu dönüşümü bence en iyi teknoloji şirketlerinin reklamlarından anlayabilirsiniz. Önceleri daha çok teknolojik görüntülerin, çiplerin, robotların, lazerlerin vb. görsellerin olduğu reklamlardan daha insan odaklı reklamlara geçildi. Eminim bugün stok fotoğraf sitelerinde, üstünde lazer ışınları olan bir çip görseli fotoğrafı yerine elinde telefonunu gülümseyerek tutan bir gencin fotoğrafı daha çok tıklanıyordur.
Peki, teknoloji şirketleri dünyayı daha iyi bir yer hâline getiremediyse sırada kim var? Hazırsanız bir başka klişemiz geliyor: SEN.
Web3, metaverse, NFT, blockchain, Airdrop, token ve daha nicesi. Hepsinin ortak bir özelliği var: Senin, benim, bizim datalarımızla şekilleniyor olmaları. Teknoloji şirketlerinin yıllardır topladığı o meşhur büyük verinin evrildiği nokta, işte yukarıda saydığımız ve her gün yanına birini daha eklediğimiz yeni teknolojileri doğuruyor. Günümüzde NFT’yi şirketlerin değil, bizlerin tasarlıyor olmaması bunun en büyük kanıtı. Artık büyük dijital ortamların ana içerik sağlayıcıları bizler oluyoruz.
Peki, buradan bakınca geleceği biz mi tasarlamış oluyoruz? Öyle görünüyor (Tabii burada her gün Instagram’a yüklenen fotoğraflardan bahsetmiyorum.) Ancak bu noktada bir yol ayrımı var. Datanızı paylaşarak mı geleceği tasarlayacaksınız? Yoksa yaratıcılığınızla mı?
Soruyu şöyle de sorabiliriz: Metaverse’te avatarınızı, profilinizi, kıyafetlerinizi oluşturarak mı yer almak istersiniz? Yoksa metaverse’teki avatarları, profil sayfalarının arayüzünü veya kıyafetleri tasarlayarak mı bu dijital dünyada yer almak istersiniz?
Gelin, şimdi bu sorunun cevaplarını biraz daha açalım. Bu yıl SXSW’da dinlediğim en iyi sunumlardan biri John Madea’nın Design in Resilience sunumuydu. Bilenler bilir, Madea’nın “design” dediği şey, bizim anladığımız tasarımdan daha büyük bir kavram. İçinde yeni dünyanın, üretim süreçlerinin, geleceğin, düşüncelerin, algının ve tabii biraz da tasarımın tasarımını kapsayan bir kavram (Garip bir tabir oldu).
Madea, elastikiyet yeteneği olan insanların gelecekteki dünyanın tasarımında daha fazla söz sahibi olacaklarını söylüyor. Bu elastikiyeti kazanabilmek için de yeni gelişmelere her zamankinden daha fazla hazır olmamız gerektiğini belirtiyor.
Değişimin hızının günümüzde geldiği nokta hepimizi fazlasıyla yoruyor. Buna değişimin duygu durumu deniyor. Değişim ilk gerçekleştiğinde enerjimiz tavan yapıyor, sonra bir şok ânı geliyor ve ardından reddediyoruz. Bu duygulardan sonra tanıma evresi başlıyor ve sonra da kızgınlık geliyor.
Ardından katarsis dediğimiz arınma ânı başlıyor. Kızgınlık sonrası gelen bu arınmadan sonra perişanlık geliyor. Eğer katarsisten çıkarsanız ardından kabullenme geliyor. Tabii değişimin ilk başlarında enerjin tavan yaptığında, bunların hiçbirini yaşamadan direkt olarak #evetyapabilirim moduna da geçebilirsin. Hayatımız boyunca tüm bu teknolojik gelişmelere maruz kaldığımızda, bu duygudurumları içinde gezinirken hayatın hızıyla “flow” olabilenler, yeni dünyanın tasarımcıları oluyor.
Ama unutmayın, bu yeni tasarımcıların sözlüğünde söylenmek, bahaneler, itiraz ve önyargılar yok. Devinim hâlinde olma ve her daim yeniliğe uyumlu bir elastikiyete sahip olma var. Tabii herkes bu elastikiyete sahip olmadan da yeni geleceğin tasarımına katkıda bulunabiliyor. Tıpkı yukarıda belirttiğimiz gibi datalarını paylaşarak. Zaten dünyanın büyük bir çoğunluğu da bu yolu seçiyor sanırım. Bu büyük kitlenin çıktılarının sonucunda, yeni teknolojilerin doğuşlarına tanık oluyoruz. Kısa süreli olanlarına trendler ve akımlar diyoruz. Eğer kullanıcıların tasarladıkları bu çıktılar daha uzun ölçekte devam ediyorsa da dönüşümler diyoruz.
Sonuç olarak klişeler her daim hayatımızda bizimle olmaya devam ediyor. Gerek şirketlerin gerekse de bizlerin sayesinde.
Teknik ve teknolojiyi bir kaldıraç değil, bir maske hatta daha dürüstçe bir tanımla sorumluluklarımızla aramızda bir “kalkan” olarak kullanıyoruz. Ne kadar işe yaradığı ortada.