“Bu fikri oğluma gösterdim, valla bayıldı! Kesin yapalım.” Moda ve Cihangir çevrelerinde yaşayan, 32 yaşında kreatif direktör ve iki kişilik ekibinin yarım akşamda yazdığı fikrin ikinci değerlendirme toplantısında, işe onayı veren CMO’nun coşkulu onay cümlesi…
Fikri yazan, stratejiyi oluşturan, filmi çeken, fikri onaylayan derken bir sürü partinin içinde olması gereken bir iş yapıyoruz. Tabii haliyle en çok önem verilmesi gereken, en kritik konu aslında yaptığımız işi neden yaptığımız. Hangi hedef kitleye hangi mesajı vermek istiyoruz, bunu nasıl yapacağız, neden o şekilde yapacağız, o müziği neden kullanacağız vs. Bu tamamen objektif ve bilimsel metotlarla ilerlemesi gereken süreçlerin çoğunlukla “yaratıcı iş çıkarma” kisvesi altında kişisel zevklerin esiri olduğunu görüyoruz. Yukarıda yazdığım örnek bizzat şahit olduğum bir konu, öylesine bir örnek değil yani ki bu yazıyı okuyan sizler de zaten defalarca böyle süreçlere şahit oldunuz. Özellikle işi onaylayandan doğru gelerek, onaya etki etme hiyerarşisinde kuvvet sıralamasına göre herkesin kişisel görüşlerinden ortaya genelde bir iş çıkıyor. Doğru insanlar, harika yaratıcılar ve objektif değerlendirebilen pazarlama insanları bir araya geldiğinde ortaya hedefini onikiden vuran harika işler ortaya çıkabiliyor. Ancak genelde sonuç böyle mi oluyor? Pek sayılmaz. Sizler bu satırları okurken zaten aklınıza bu konuyu genişletecek onlarca örnek geldi bile, buna eminim.
Bu gerçekten büyük bir sorun. Algoritmaların dünyasında, her şeyin bizim zevkimize göre sunulmaya başladığı bu dünyada, algoritmaların gösterdiği içerikleri üreten kişilerin de bu algoritmalarda ve kişisel ilgi çukurlarında kaldığını gözden kaçırıyoruz. Bu bir eleştiri değil, aslında farkındalıkla ilgili bir durum. Hepimiz, evet herkes, 2025 dünyasında ilgilendiği konuların fazlasıyla etkisinde kalıyor. Bu konuların o ara dünyadaki en popüler konular olduğunu düşünüyor. Mutlaka denk gelmişsiniz, “Abi ortalık yıkılıyor, herkes bundan bahsediyor” dediği şeyi aynı sosyo-ekonomik çevreden olmanıza rağmen bazen siz hiç görmemiş, duymamış oluyorsunuz. Arkadaşınızın bir yanılsama içinde olduğunu fark ettiğiniz bu an aslında sizin için de aynen böyle bir durum olduğunu fark etmeniz gerektiği an. Bir pazarlama projesi fikir yaratım sürecinde bu kendinden referansçılık, işin her aşamasında işe olmaması gereken ekler koyuyor, takılar takıyor ve işi onay hiyerarşisine göre bir yere doğru götürüyor, şekillendiriyor. Bunun bir noktaya kadar olması lazım zaten, özgün iş içine biraz ruhunu kattığında oluyor evet ancak bu her noktada işin misyonu ve objektiflik kontrolü yapılması gerekliliğini değiştirmiyor.
Yankı odaları konusu, bu temel yanılgı, pazarlama stratejilerini kişisel birer hobinin uzantısı haline getiriyor desek yanlış olmaz herhalde. Sosyal medyada “benim de kullandığım bu platformda herkes var” ya da “bu kreatif fikre ben bayıldım, kesin tutar” gibi sığ önermelerle yola çıkıldığında, sonuçlar genelde trajikomik oluyor. Bir bakın, pazarlama çevrelerinde çok iyi işler üreten müşteriler, yaratıcılar bulundukları konumdan ayrıldıktan sonra o markanın iletişim stratejisinde ne gibi değişiklikler oluyor diye. Bu onaylama yanlılığı, kendi inançlarımızı ve tercih ettiklerimizi doğrulayan her şeye sarılma eğilimi, bize bir illüzyon âlemi sunuyor. Ardından projeksiyon yanlılığı geliyor; kendi hislerimizi, inançlarımızı ve davranışlarımızı başkalarına yansıtma durumu…” Benim için iyi olan, başkası için de iyidir” düşüncesi, pazarlamanın en büyük tuzaklarından biridir. Oysa gerçek hayat, bu “ben merkezci” yaklaşımları her seferinde acımasızca çürütür.
Bugün algoritmalar, bize “bunu da seveceksin” diyerek ilgi alanlarımızı körüklüyor. Biz de ürettiğimiz içerikleri, “bunu kesin herkes konuşur” diyerek aynı döngüye teslim ediyoruz. Oysa asıl başarı, algoritmaların gösterdiğinden bir adım öteye geçip, insanların henüz kendisiyle bile yüzleşmediği ihtiyaç ve arzularını öngörebilmekte. Burada yaratıcı cesaret devreye giriyor:
Kendi beğenimizi askıya almak, kendimize değil başkasına “aa evet, ben de böyle hissediyorum” dedirtecek işler üretebilmek… Bu, çoğu zaman içgüdüsel olarak zor çünkü onaylanmak ve takdir görmek istiyoruz. Ama gerçek yaratıcılık, insanlara kendi dünyalarının dışında yeni kapılar açabilmekle başlıyor.
Yaratıcı işlerde “kendinden vazgeçebilmek” hem en zor hem de en dönüştürücü aşama. Markalar ve ajanslar, kişisel beğenilerin, konfor alanlarının ve sosyal çevrelerin ötesine geçtiğinde, işte o zaman gerçekten kapsayıcı, yankı odasının dışına çıkan ve hedefe tam oturan işler ortaya çıkıyor. Kendi beğenimizin esiri olmaktan kurtulup, farklı insanların dünyasına köprü kurabildiğimiz gün, pazarlamanın gücü gerçek anlamda ortaya çıkıyor.
Asıl mesele, “oğlum şarkıya bayıldı” dedirtmek değil, bambaşka bir hayat hikâyesinin beklenmedik kahramanına “işte bu tam benlik” dedirtebilmek…
Kullanıcı adını ya da e-posta adresini gir. Sana bir e-posta göndereceğiz. Oradaki bağlantıya tıklayarak parolanı sıfırlayabilirsin.
Here you'll find all collections you've created before.